11 Nisan 2013 Perşembe

AMARGİ DERGİ KIŞ 2013 SAYI:24 (Halka Sanat Projesi'ne dair)KHALKEDON’UN MUTFAĞINDAN YÜKSELEN GÜZEL KOKULAR...


KHALKEDON’UN MUTFAĞINDAN  YÜKSELEN GÜZEL KOKULAR...
 Yaratmanın sırrı, akla uyan bir reçetesi yoktur. Ona dahil olanla, ondan çıkan arasındaki zamana dayalı mesafenin herhangi bir  formülle açıklanacağını savlayan, zifiri bir dehlizde kendiliğinden debelenir durur.  Tariflerle yol almayan tek unsur olarak sanatın benzersiz mutfağından yükselen kokuyu, bu yönsüzlükten bir çıkış olarak düşünmek yersiz olmayacaktır. Sanatçıyı yaratının kucağına iten, gücünü-kaynağını eksik etmeyen o kutsal mekanda, yer ve zaman bildiklerimizden muaf kalır çünkü.
 İstanbul için sanatın bu coğrafyadaki en kalabalık mutfağı demek abartılı bir tanımlama sayılmaz; ona koşanla ondan kaçanın mutlaka bir iz bıraktığı; yer yer kaosun da eklemlenmesiyle hiçbir tanıma sığmayan malzemesi sonsuz o  tuhaf yaratı evreni... Burada sanatçı olmanın, sanata izlenceyle katılanın herhangi bir kaçış olanağından söz edilemez. Yerle gök yarılsa gene orada bir yerde “yaratı”ya dair bir şeyler kımıldayacaktır. Hal böyle olunca da ona zemin hazırlayan, üretime destek/köstek arasındaki bilinmezi çözerek ya da hiç içinden çıkamayarak dahil olan mekanlar, arka bahçeler gün geçtikçe çoğalıyor. İçlerinde hangisinin bu katılıma canı gönülden adını yazdırdığı upuzun tartışmaların odağıdır; ancak gözleri sanata alışmış; neyin itki neyin çelme olduğunu bilenler bir çırpıda anlayacaktır; Halka Sanat Projesi, İstanbul’un sıklıkla ötelenen Anadolu , yel değirmenlerine kafa tutmakla kalmıyor, oradan çıkarsadıklarıyla, sanat yapmak için başka “ahbaplıklar”a uzak duranların üretimlerine doğrudan destek oluyor. Bir anlamda sanatçının yaratırken gereksindiği o mutfağı dileyene sunuyor. Kentin sanat akımının en yoğun olduğu, hatta bir nevi entelijansiya coğrafyası sayılabilecek “belirli” nefes noktalarını içeren Avrupa Yakası’nda bu türden bir yapılanma olağan görülebilirken, Anadolu Yakası’nda tek tük hareketlenme çabalarının dışında bir sayfiye anlayışının asla kırılamadığı o dinginlikte buna cesaret denilebilir ancak. Kavramla, kavramsal sanat algısının bile henüz oturmadığı bir ülkede sanatı, kendi kırılmaz izleyici-katılımcı aurasından söküp, şehrin başka merkezlerine yaymanın cesaretle koşut bir hayranlık uyandırdığını, Halka Sanat Projesi “neyin peşinde”yi sorguladığımızda fark edebildik. “Biz üç kadın mesleklerimizin itkisiyle, yıllardır kurduğumuz o hayali gerçekleştirdik” diyen, bunu derken yaratıcının heyecanına epey yakın bir coşkuyu ifadesinden gizleme gereği duymayan Zeynep Çelebi, Sezgi Attal ve İpek Çankaya, nasıl bir savaşa girdiklerinin farkında olup yine de bildiklerinden caymamayı seçmişler. Sanatçının yuvası kavramını, uluslarası platformda rezidans olarak tanımlanan bir oluşumu bu şehrin en sakin yakasında, ama yıllardır taşıdığı birikimi bir aradalık kavramıyla yoğurmuş Kadıköy’de var ediyorlar.  Rezidans oluşumu, dünya çapında sanatçı değişim programlarının en revaçtaki hali şimdilerde ve bu İstanbul’a yavaş yavaş soluk katmaya, zaten her daim geliş-geçişlere alışık bu kenti biraz daha aynaya bakmaya itiyor. Yabancı sanatçılar sessizce bu programlar dahilinde Türkiye’ye geliyorlar, daha sonra kendilerine seçtikleri “yuva”nın mutfağında üretime katılıyorlar. Ortaya çıkan eserlerin, yaratı alanına yakın, yani aynı zamanda yaşadığı yerde sergilenmesi fikri buraya gelen sanatçıları cezbeden; onları üretim süresince buralı kılan bir anlayış. Halka Sanat’ın bunu Avrupa Yakası’nda değil de görece sakin Anadolu Yakası’nda biçimlendirme fikri, gerekçesini destekleyen bir adım. Salt, yabancı değişim programı odaklı sanat yürütücülüğü yapmadıklarını, üretime doğrudan olmasa bile dolaylı yollardan canla başla katıldıklarını ve bu işi, ana akımın uzağında yapmaya çalıştıklarını gözlemleyince, sanatın bu ülkedeki yaygın elitist algısı kırılıveriyor. Sanatçıya yaratı süresince gereksindiği pek çok olanağı veren, buraya geldikten sonra kendi evinde, kendi mutfağında üretme hissini korusun isteyen Halka Sanat Projesi ütopik sayılabilecek bir düşün izleğinde ilerlemekte bir an olsun tereddüt etmemiş. Deli misiniz, neden böyle bir işe kalkıştınız diyecek halimiz elbette yok. Ama neden doğrudan üretimin içinde değilsiniz, bundan nasıl bir çıkarınız var dediğimizde, yanıt oldukça naif: “biz yaratı sürecine rehberlik eden bir eğitimden geçtik, ancak bu ülkede sanat yapmak kadar sanatın gerçekleşebilmesi için de bir artalana ihtiyaç vardı ve bu bizim düşümüzdü. Halka Sanat, kollektif üretim yapan, yaşanan alanda üretim yapılması fikrini benimseyen sanatçılara yaşama, üretme ve sergi alanını aynı yerde temin eden bir fikrin sonucudur.” Sanatçının özellikle bu coğrafyada üretime geçebilmesi için belli olanaklara ve o malum “kendine ait bir oda”sına kavuşabilmesi öncelikler arasında yer alır, salt kadının üretimi açısından bakıldığında durum elbet daha da vahimleşiyor, ancak burada çok daha ilginç bir resim ortaya çıkıyor. Halka Sanat Projesi, akademik kariyer yapmaya çalışan ve düşleri için ilk önce kendi evlerini üretim alanı haline getirip sonradan Kadıköy’deki bu mekana geçmiş üç kadının muazzam cesaret ve idealizm örneği. “Hiçbirimiz büyük olanaklara sahip değiliz, ancak bunu gerçekleştirmek için neyimiz varsa ortaya döktük, akademik kariyer süreçlerimizle eş zamanlı bir yola koyulduk. Sonuçsa tahminimizden daha tatmin edici oldu” diyor Zeynep Çelebi. Lokasyon seçiminde de bu yakanın kendine özgü diline, henüz yıpranmamış bir aradalık kültürüne tutunduklarını özellikle belirtiyor. Kadıköy’de o bildik karşılaşmaların yerine, kendiliğinden gelişen, her an değişen bir ortamda üretilen eserlerin dili de değişiyor. Yurtdışından belli bir başvuruyla gelen sanatçı uluslarası sanat fonundan aldığı bir nevi ödenekle buraya gelip 2 haftadan az olmamak şartıyla kalıp üretim sürecini kendi yöntemince başlatabiliyor. Buranın kendi kendini döndürebilmesi, sanatçıya istediği koşulları, malzemeyi sağlayabilmesi için bu ödeneklere gereksinim var ancak, kar elde etme amacını tamamen dışladıklarını belirtiyorlar. Mekanın biçimlendirilmesi bile imece usulüyle yapılmış, Kadıköy’de hali hazırda süren mahalle-esnaf kültürünün desteği alınmış. Halka Sanat, bir sanatçı oteli, ya da hostel anlayışından, üretimin ve sergilemenin yaşanılan mekanda olması yaklaşımıyla ayrılıyor. Gelen sanatçılar bir arada üretimlerini besleyebildikleri gibi, diledikleri gibi kendi atölyelerinde yaşadıkları o inziva halini de sürdürebiliyorlar.  Önceliği, kendini var etme sürecinde oldukça sancılı bir yol izlemek durumunda kalan gençlere veren Halka, keskin hatlarla belirlenmiş sınırları, sert ve yerleşik söylemleri arkasında bırakıyor. Yurtdışına buradan sanatçı göndermeye başladıklarında bu konuda önceliği genç sanatçılara vereceklerinin altını çiziyorlar. Güzel Sanatlar Fakültelerine ulaşarak, öğrencilerden portfolyolarını alıp bu süreci kendilerince hızlandırmak gibi bir amaçla attıkları adımlar, “bize isteyen herkes ulaşsın” tavrının çok ötesinde gerçekçi bir yöntem oluşturuyor. O nedenle bu ekibin, sözüne, fikrine güvenebileceği her genç sanatçıya kapısı açık. Dünyanın bir başka ucunda, bir anlamda mobil üretime destek veren diğer rezidans ve trans artist programlarıyla dirsek teması kurdukları sürece, sanatçıların Halka’nın mutfağına yolu düşecek gibi görünüyor. Tipik bir galeri mantığına göre kolektif ve mobil üretim açısından, yeni fikirlere ve onların sahiplerine bir tanışıklık, bilinirlik, tanınırlık gibi kriterleri sorgulamadan yol açan Halka Sanat Projesi, Türkiye’de yepyeni oluşumların varlık gösterdiğinin bir kanıtı. Sanat yaparak yaşamda kalmak gibi bir hedefi olanın, ütopik ve yorucu serüvenini, çok da imkansız görülebilen “başka dünyalar” tanıma fırsatını da vererek destekleyen ekibin gerçek cesaret ve başarı örneği olduğu söylenebilir. İzleyiciye ulaşabilme hazzına varmak kadar yaratı sürecinin tüm sancılarını, heyecanı kadar çaresizliklerini de kapsayan mutfağı, kendi özel ve sıklıkla doğaçlama tarifleriyle üretmeye hazır hale getiren Halka Sanat Projesi, özellikle, meselesi olan genç sanatçılara Kadıköy’e bir kez daha uğramaları gerektiğini hatırlatıyor.
Halka Sanat’ın Aralık ayı etkinlikleri arasında Slobodan Dan Paich ve Lucy Staggals adlı iki sanatçının çalışmaları yer alıyor.
aysesaglam81@gmail.com/ perikmaz.blogspot.com
http://www.halkaartproject.net

2 yorum:

Adsız dedi ki...


makanı olmayan ölüm ayrıksılığı gibi bu anlamsız soğuma ve kapanış ..

Ayşe Marika Sağlam dedi ki...

buradaki yazıyla bağıntısı nedir? her boşluk,doldurulsun diye değildir aslında. ama yakınmak ve tutunmak için çaresizce çabalamanın karşılığı ille de sözler değil mi sn batum

düş zaman peşime

düş zaman peşime
sadece ikisi kaldı hayatta.bu fotoğraftan kalan;soluk almayı beceren iki kişi.diğerlerinin terkine inat,yaşamda direten iki kişi.hangileri ölüme bakıyor...hangileri hayatta diretiyor...hangileri yas bıraktı hangileri acı parçalarını süpürür hala...

her şey

her şey
onlarsız yaşanmıyor...sanal beyinlilere,sokakarası uyuşuklarına,vakitsiz yığınlara inat hem de

zaman ki sonsuzdur

zaman ki sonsuzdur
yaşamım boyunca içimi kemirttiniz.evlerinizle.okullarınızla.iş yerlerinizle.özel ya da resmi kuruluşlarınızla içimi kemirttiniz. ölmek istedim dirilttiniz.YAZI YAZMAK İSTEDİM AÇ KALIRSIN DEDİNİZ.aç kalmayı denedim serum verdiniz.DELİRDİM.Kafama elektrik verdiniz.ben bütün bunların dışındayım.

sylvia plath çizgisi

sylvia plath çizgisi
kalbimin sızısı...hiçbir şeye benzemeyen.herkesten kıskanır gibi sevdiğim...

tezer&deniz

tezer&deniz

tomris uyar...inceliklim,açık sözlüm,erken yitenim

tomris uyar...inceliklim,açık sözlüm,erken yitenim
Yoz bir toplum düzeninde yaşamaktan usanıp yaşamlarına son verenlere, üstlerine gaz döküp kendini yakanlara, hasta gözüyle bakıyoruz. Onları ruh hastası saymakla, insanın insanca yaşamak hakkına, insan olarak yaşayamıyorsa, yaşamı dışlama hakkına tepeden bakıyoruz. İnsan yaşadığı toplumdan utanç duyduğu için pekala canına kıyabilir, inanıyorum buna. Böyle önemli bir kararın arifesinde, öteki kararlardaki bocalamalara da yer yoktur üstelik: kaldırım kirlense de olur, banyo kanlansa da, çocuklar korksa da, dostlar üzülse de. Bu tür incelikler, kaygılar çok geride kalmıştır.

deniz bilgin

deniz bilgin
sessizce yittin; sesini duyan????

FURÛĞ-İ FERRUHZÂD

FURÛĞ-İ FERRUHZÂD
"Tüm varlığım benim, karanlık bir ayettir seni kendinde tekrarlayarak çiçeklenmenin ve yeşermenin sonsuz seherine götürecek" ne çok var yitenlerden..ne de güzeldin.ne büyük sözleri fısıldadın gecenin kulağına.duymamanın hazzına kapılmış lal kalabalıklar arasında elbet var ışığını koklaya koklaya izinden gelen birileri

.....

.....

ZELDA NİLGÜN MARMARA nil'de gün ansızın battı.k.İ

ZELDA NİLGÜN MARMARA nil'de gün ansızın battı.k.İ
ey iki adımlık yer küre!senin bütün arkabahçelerini gördüm ben

selçuk baran

selçuk baran
haziran'dır,Arjantin tangoları'dır..kimselerin adını zikretmeyip hayata küstürdüğü sözcüklerin en güzel ustasıdır.erken çekip gidenlerdendir.az kaldı bitiyor derken bir bir önünde ölüm penceresi açılmıştır..sevdiğimiz ne kaldı...kim ellerimizi tutacak korkudan buz kestiğinde.kitapları basılmaz,sahaflar o "adam"ı tanımıyorum der...kim, peki kimin vicdanı sızlar?

Die Verwandlung