O yine yaş değiştirdi ve
bu anı müjdeleyecek bir şiir eksik kaldı. İsim verdiği onca hayatın; nesnenin
birer hikayeye dönüşmeyi beklediği yeni bir yaş dönümünde Tomris Uyar, bir kez
daha aramızdan ayrılışının değil; yokluğunun ağırlığı gereğince ölümünün göz
ardı edileceği, olanca tazeliğiyle bir bahara uyandı. Söz konusu Tomris Uyar
ise sözcükleri özenle seçmek gereğini; en ufak yüceltmede derhal kendine gelme
refleksini anımsatır. Yaşamına hayranlık
duyulabilir belki ama anlatılarındaki çağ yangınlarını biraz olsun kavrayanı,
“yaşamaya devam etseydi, keşke bizimle olsaydı” demekten men eder. İstediği
gibi yaşadığından olsa gerek, uzun; sonsuza sevdalı bir yaşayışa methiye
düzülmesine olanak bırakmaz. Nedense ölüm anmalarında değil de yaş günü
kutlamalarında adının geçmesi tesadüf değildir. Geride bıraktığımız 15 Mart
günü, Tomris’in 72. doğum günüydü ve yine bir yaşamın sonsuza devrinin
bıraktığı izlerle nasıl mükemmel şekilde sürdüğünü anımsattı bize.
El yordamıyla kavranan
hayatın incelikli bir klavuzu olarak da okunabilecek Gündökümleri onca sene
sonra bile güncelliğini koruyor; yeni
durumlar ve hikayaler; hatta yerine ne
koyacağımızı bilmediğimiz kayıplar için de başvurulabilir olma niteliğini de
sürdürüyor. “... Çünkü zamanında yeteri
kadar tanımadığınız bir kişiliğin sonraki yokluğunu benzer-kişiliklerle
dolduramıyorsunuz.” dediği Gündökümleri’nde
Tezer Özlü’nün ölümünden sonra, onun yokluğuyla ne yapacağı konusundan söz eder.
İnsanların onları anımsayan en son
kişinin yitimiyle sonsuz bir unutuşa
yenik düşeceği öngörüsüne sıkıca tutunup, Tomris Uyar algısının hep
“yeni” kalarak her yaş dönümünde bir sonraki nesile aktarılması ritüelini, yaş
değiştirme törenine yetişen şiirin yerini aldığını varsayabiliriz. Elbette yaş
gününde hediye sorunsalını ortadan kaldırmak için eşe dosta “hünerleri/yetenekleri”
el verdiğince bir şeyler yaratmalarını söyleyerek, yaş almak, yaş gününde uçucu
sözlerle kutsanmak meselelerini de
kendisinden uzak tutma yönetimini bulan da Tomris Uyar’ın ta kendisidir. Bu,
Tomris zekasıdır ve az görülebilir örnekleri düşünülünce yer yer ürkütücü bile
sayılabilir. Karşısındaki kişiye yeri geldiğinde seçtiği mesleği sorgulatan,
ağızlarından çıkan her cümleyle yüzleşmek zorunda bırakan,kadınlarla dost olmak
konusunda ille de seçici ve sert çıkarsamalara varan, kendi adlandırmasıyla bir
“uyumsuz”dur O. Olacaklara önceden
hazırlıklı, kontrolü kaybetmeyi sevmeyen karakteri öykü evreninin dilini etkilemiştir. İçkiyi,
güzel içmeyi yaşamaktan ayırmadığı halde esrime ve sarhoşluk onun için söz
konusu bile değildir. “Bağımsız tiryakilik” olarak adlandırdığı durumunu
açıklarken, hiçbir insana ve zevke tutsak kalmamanın insanın kendi özsaygısıyla
ilişkili olduğunu vurgular. Onunla ilgili anılarda meyhaneler, keyifli dost
sohbetleri, büyük kalabalık sofralar, içine çiçek ya da kiraz attığı
votkası yer alırken, bir kez olsun
kendini bırakma,sarhoş olup “dağıtma” halinden söz edilmez. Bu, Tomris Uyar’ın
yaşamdaki imzası; kontrollü iletişim biçiminin ve ustalıklı mesafesinin bir
ipucudur. Son cümlesini düşünerek yazdığı
öykülerinin kaynağını da yaşama karşı bu tutum besler. Tomris Uyar, yaşama
sevinçlerini sahiplenen onu övgüleyen biri olmadığı gibi öykülerinde ödeşme
vurgusunu bir an olsun geri çekmeyişiyle farklıdır. Hiçbir söyleminde okuru
ikna etmek, ona sevimli gözükmek çabasına yer vermeyişi onun bu uyumsuzluğunu
çağrıştırabilir. Ne var ki Tomris Uyar okuyucusu, mutlu sonlara ve umutlu
yarınlara kolayca ikna olmaktansa, içinde nefes almanın dahi güç geldiği
öyküleri yeğler. Ne kadar keskin olursa
olsun hiçbir zaman yakınmaya yer vermeyen, koyu umutsuzluklarla dolu bile olsa
içinde ince duyuşla kavranabilecek o yaşama sevincini koruduğu güncelerinde ise,yine
okurunu kandırmak yerine yüzleşmesi zor
gerçekleri ilk söyleyen O’dur. Günce
tutmanın tanıklık etmek, kaydetmek anlamına da geldiğini bildiğinden, giderek
yozlaşan iletişim biçimleri arasında bunun giderek yersiz hatta can yakan bir
eylem olduğunu yazar ve bu neredeyse artık yazmayacağım demektir.
Doğumu kışa dönük bir bahar
başlangıcına tesadüf etse de o dostlarının ve tutkulu Tomris Uyar okuyucusunun algısında
sıcak yaz akşamüstleriyle yer etti. Ondan söz ederken, ona dair bir cümle
okurken az sonra bütün pencereler açılacak, içeri deniz kokuları yayılacak
gibidir. Hüzünden çok her an coşkulanmaya; gitmektense yeniden doğmaya dönük yüzü bundandır. Mutfağını hep yazı
anımsatsın diye turuncuya boyayan ve “evinde hiç güneş batmayan kadın” olarak
anılan da Tomris Uyar’dır, o yaz akşamı bir anda bütün patlıcanları
kızartıverdiğinde içinde bir yer sağalacak diye umutlanan da. Edip Cansever’in “deniz üstlerinden
gülücükler toplayan” tanımlamasının dosdoğru yakışması tesadüf değildir; Tomris
Uyar algısı, içinde deniz kokusunu taşır. Öykü kişileri de etkilenir bu
durumdan. Yaz ve deniz imgesinin yer almadığı anlar, kötücül hatta neredeyse
lanetlidir. Oysa yaz gelir, bütün karanlıkları def eder, pencereleri açar ve
deniz kokusunu içeri alır. Suyu sevmeyenlerin korkacakları bir şey vardır diye
düşünmesi, öykülerindeki kötücülleri suyla mesafeli ve ondan uzak kişiler
olarak biçimlemesi de bu algısının sonucudur. Suyun olmadığı yerde her türlü
kötülük kolayca üreyebilir; zayıflıklar çaresizlikler artar. Yakın dostu yazar
Füsun Akatlı’nın “söylediğiyle yaptığı bir” diye tanımlaması bu ilintiler
bütününün altını çizer.
“Yazmazsam belki ölmem ama
sürünürüm” diyerek kendi içinden geleni yapmaktan öte bir şansı olmadığını
defalarca tekrarladı Tomris Uyar. Yazarlığı boyunca çevirileri dışında sadece
öykü yazmaktan bir an olsun vazgeçmeyişi, roman konusunda baskıları yola
çıkışındaki netlikle geri çevirişi yeldeğirmenlerine savaş açmanın da ötesinde
konumlandırılır. Yazar olarak yaşamda kalmanın, şair bir eşle tutkulu zorlu bir
evliliği yürütürken, anne-yazar-ev kadını-sanatçı-eş-Tomris adlandırlamalarının
hiçbirini hariçte bırakmadan, aynı anda kendi yöntemiyle sahiplenerek yaşamanın
neye benzediğini gündökümlerinde “yakınmadan” hatırlatır sıklıkla. Yemek
yaptığı yerde yazan, özel bir çalışma odası takıntısı olmayan, her yerde
üretecek gücü bulan Tomris Uyar, hayatı hiç ıskalamadan, dilediğince yaşamaya
da devam eder. “Çalışma ortamı sorulduğunda, bilmem dedim her yerde. Postacı
gelir, çocuk su ister, konuklar ansızın bastırır, ben o arada çalışırım işte.” Çevirisine ruh kattığı, bir anlamda o ruhu
aslında zaten bölüştüğü Virginia Woolf’un “kendine ait bir oda” söylemine
karşın ne ironiktir ki Tomris Uyar hiçbir zaman o odaya sahip olmadı. Bu bir
seçim sayılabilir. Ya da bu talep ve beklentiyle yitirilecek bir tek anı bile
değerli kılacak o üretimi her yerde yapabiliyor oluşunun doğal getirisidir. O
anne ve eş olmayı sanatının engeli olarak diline dolamaktansa durmadan üreten
kadın olmayı yeğledi. Öyle ki Türk Edebiyatı’nın üç önemli şairine ilham perisi
olan;İkinci Yeni’nin Kraliçesi Tomris’tir. Konuklarını geniş sofralarda
ağırlayan, patlıcanları kızartanla İlhan
Berk’in “sen sokakların kızısın. Dünyayı durmamacasına dolaş, anlat” dediği aynı kadındır. Sahiciliği biraz
buradan gelir; en çok da sözünü bir an olsun gizlemeden söyleyişinden.
“....gizlenmeyenler yani, gözden çıkanlar, vericiler; sağlıklarını
umursamayanlar, aşırılıktan korkmayanlar, soğuktan kaçmayanlar, rüzgârda
hırpalananlar, bozkır güneşine katlanabilenler, kendilerini sürüp gitmesi
gereken bir soy değil, doğada bir birim olarak görebilenler; beden harcayıcıları.
Başka türlü davranamayacakları için o türlü davrananlar, inançlarını
bedenlerine böylesine sindirenler, evlerine sığınılabilir arkadaşlar, anneleri,
kardeşleriyle. Yazma işini sancılı, kutsal kılan okurlar, aşka
dönüştürenler." Alabildiğine
uyumsuz ve sevgi sözcüklerini gelişi güzel kullanmayan, kendini tanıtmak
istediklerine çekimine girmekten başka şans bırakmayan, Tomris Uyar, hakkındaki
“en gerçekçi değerlendirmeleri bakkal çıraklarının, yayınevlerindeki
düzeltmenlerin, inine çekilmiş kabadayıların, komilerin ve deniz insanlarının yapacağını”
özellikle vurgularken, izleğinden de olsa onu tanımaya çalışanlara bir ipucu
verir: O, dillerinden anladığı kediler, nadiren de olsa onayladığı birkaç kadın
dostu, yaş gününe bir şişe rakı ve şiirle, ya da yeni çevirdiği kitabıyla gelen
meslektaşlarının dışında bir dünyanın içinde de varolmuş, oralarda Tomrisce
izler bırakmış, bitmek bilmeyen ironisiyle trajedinin hakkından gelmiştir.
Ondan geriye, onca yıkıma rağmen iç sağaltan çağrışımlar; bir yaz akşamüstü
açık pencereden sokağa taşan kokular ve sesler kalmıştır. Denizin dolup taştığı
ve iyi yaşamanın parlak bir zekadan muaf tutulamayacağını imleyen Tomris Uyar
72. yaşında, bir an olsun yaşlanmadan “gündökümleri”ni yazmaya devam ediyor.
Ayşe
Sağlam
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder