19 Şubat 2008 Salı

YOK YAŞAM

dede'ye

suskuyla irileşen kör bir yazdı.olmasan da uzaktan tanıklığını yaptığından emindik hepimiz.vardın ama olmamayı kendi başına seçmek kadar da içimizdendi yokluğun.seni varsayıp yolumuza koyulamıyorduk; çünkü sapsarı dedikleri ama bana göre yalnızca kurumuş bir kahve artığından ibaret tedirgin bir yazdı. içimiz acıyordu durmadan. içimiz açılmıyordu. uzun konuşmalara kapalıydık ve ne yapsak zaman sadece aynı yerdetakılıp seni anımsatıyordu.seninle birlikte diğer olmayanları. ne yapacağını bilemeyen bir avuç yokinsandık. kendimize bu adı biz seçmemiştik
ve beraberinde ne çok şey bizden değildi! avcumda buharlaşan kent hangisiydi. doğup büyüdüğüm mü yoksa düşlerimde yaşamayı seçtiğim mi?


giderek yitenlerin hesabını görmüyordum. aramızda bir uçurum olmuştu anımsa. telefonun ucunda bir başka yazı kör kılmayıseçmiştin simsiyah bir sis ülkesinden duyurduğun sesinle. göğün bütün anlamı geceye bırakıp kendini; gidivermişti(n). yaşamayı seçtiğim bu yerde senin izlediğin her şeyi soluğum kesilirce etlerim kemiklerimdensökülürce yaşıyordum ve sen bir zamanlar her şeye itiraz eden sesimde susup kalmamı söylüyordun…

hiç konuşmadan içimdesin.bunun kıyımında yalnızım… rüya görmemek için uyumayan insanlardan değildim.inadına rüyama tutunup onlar olmadan yaşanmayacağını anlatmak zorunda gibiydim.bunu diğerleri hiç anlamadılar. benim,yokluğuna rağmen bunca şeyi bilmeni anlayamadığım gibi…

yaz içimde bitmişti.üşüyordum inadına bütün karanlıklarda seninle başbaşaydım.uzaktan esen loş rüzgar ve sen içimdeki tüm korkuların üzerine gidiyordunuz.ben çocuk kalayım siz gidin yerime oynayın diyordum sana inadına duymadıklarım ve başardıklarım yüzünden bana küsüp duruyordun…

yaz bitmemişti…

birden her şey değişsin istedim ve öyle de oldu.buna sen bile engel olamadın.kalbimin kırık parçaları içinde kanıyormuş ve neden güvenmek denen şeyi durmadan tartışmak zorunda kalıyormuşuz..?ben sana bütün sırlarımı haykırarak gelmiştim ama sen kulağıma inadına…

hiçbir şeye ekleyip her şeyimi yok oluyorum anımsadıkça.

cılız yağmurlar esir alıyordu kenti.diğerine de çok önceleri gitmek isteyip bir türlü gidemediğim bir sirk gelmişti.palyaço ve akrobatın aşkı.anımsar mısın bilmem sana çok eskiden bir masal anlatırdım…uydurma diyemez her seferinde yeniden dinlerdin.sevmediğini,uydurduğumu bildiğini bilir üzülürdüm.ama anımsa!üzülmek o zaman güzeldi.

üşümektense çekip giderim demişsin…

kalbimde derin bir boşluk bırakan yokluğunda akrobatla palyaçonun tuhaf,yadırganan birlikteliği bir oyundu oyalanmaydı.diğerlerinin sarı dediği bu kapkaranlık yeri bırakıp gidemeyişim de bir yanıklıktı. palyaçolardan korkardın. "bu hayat böyle işte!lanetli ve çürüyen bir ayna! neresinden tutsam elimde kalıyor" diyordu palyaço.korkuyormuş aşkından. ya bırakıp… sen yapmadın.hiç yapmadın bana bunu.acıyan şeyler seni üzermiş. öyle kaldı hatırımda. kent rüzgarlarını boylu boyunca sana bırakmış.sen arkanı dönüp gitmişsin.şehir yanmış,her yanı acıdan kıvranırken uzak bir karşılaşmayı anımsatmış sana.bahanesi her şey olan kaçınmanın dile gelişi…

yaram ağırdı sızlıyordu.

seni onlara anlatmayı başarmıştım artık ve ben sustukça adın inildiyordu aramızda.acısı yaramdan beterdi.ölgün bir sevişmenin tadına varmıştın gitmeden.aklında kocaman memeli o çirkin kahkahalı kadın kalarak gitmiştin.böylesi daha iyi diyordun.onca sancı bu denli basit bir elyazısıyla temize çekiliyordu.gitme!! sana son sözlerim neydi?”ama” derken sesimdeki kırılmayı fark etmiştin biliyorum.hiç yüzüme vurmadın bunu.en az masalım kadar masumdu.ikimiz de aynı yolda ama ters yönlerdeydik. yaz bitmeyecek gibiydi.hiçbir yereydi yolum ama elimde kocaman bir bavul durmadan yer değiştiriyordum.gittiğim yerler sadece bu şehri bana daha iri harflerle anımsatan sıradan hatta basit kent kıyılarıydı.yaz gözlerinde mavi bir erimeydi.bunu içimizden o en güzel gözlü olanın hatırına kabulleniyordun. diğerleri de benim kadar yorgun muydu?

11 Şubat 2008 Pazartesi

geceden günden


aynı ayininin uğultulu kıskacındadır gece
duyuldukça artan
kıstırılma korkusu,
avcuna örtüsüzce bırakılmış, gizli bir mektuptu
sonralar
hiç gelmeyecekti

beklediğin ışıklı günsonları
meltemler kaoslarla
çökerdi bu kente
elde bir yere varmayan adresler
gece vakitleri
karartılmış istanbul,
yakılmış kitap kokularını anımsatır;
yorgun evsiz ayyaşların yüzü
"o zaman gömdüğümüz kitaplar çiçek açtı" der bezgin hatıralar
istanbul
artık sevda kenti olur hep
gidilesi, günden kaçılası!
güçsüz bir aşkın şiiri
hep yarım kalır.
elde kadeh
sabaha vuran yüzünü görürsün camda
buğusunda günü karşılarsın;
dışına taştığını bile bile.
yazılmamış
aşk mektuplarıdır istanbul
kadın kokusudur,
gece vakti unutulan defterin
kara kapağıdır
okunmuş güncelerin göz yaşıdır
gitmeyi istemekle
kalmak için yalvarmak
aynı kara yazgının
düşman kardeşidir
kanındandır ama
kanını akıtmak isteyen de odur
iki tenha arasında
yüz yüze kalmış,
bir gece vakti
birlikte ıslanmışısınızdır.
birileri bunu unutur,
yok sayar!!!!!!!!!!!!
imkansızın hecelenişine titrer için
dokunmaya kıyamadığın yüzden
korkarsın
güne uyanamamaktan
güz gelir,
kanını besleyen kadın gider
ıslak beden resitallerinde
ağlamak mıdır;
apansız sevişme midir teninin yanışı?
kim bilebilir
imkansızı heceleyenlerden başka...
ağlamaklı görürsün
kendini kaldırımda boylu boyunca
burası istanbuldur;
her şeklin bir özeti,
anlamdışılığın esrimesi vardır.
kanattığın kent
kardeşinin kanıdır
üstüne bulaşan sombaharları
ölesiye seversin
ve artık hep gecelerde bulursun
aynada yitirdiğin aksini..

bir-iki-üç tıp


sessizliği konuştur hadi!
kendine uy
bir türlü geri gelmeyen o mevsimden sonra
hadi rengini bul bu karanlıkta!
uykunu verdiğin o yüze seslen; nasıl da değişmiyor bakışları...
aynı çöl iklimindesiniz ama o üşümüyor senin gibi.
ne çok sözcük bulacaksın içinde
duyulmayan duyurmadığı...
sigaran kendi kendine sönerken tek bir ışığın bile sızmadığı o tenhada
birileri çok sevecek mevsimleri
okuduklarını masal sanacaklar
rahat uykuları olacak geceye gebe kalmayacaklar
şaşkınlığına bahaneler uyduran çocukların olacak
avuçlarında doğurduğun kara yazgılı...
hadi duyur sesini karanlığa!
senden rengini çalan bir gömüt gibi karşında duran karanlığa...
gözlerini kapayıp açınca geçecek sandığın acı, öz be öz mevsimin olacak
umut masallarındaki kahramanlara aşık çocukları seveceksin...
senden uzakta duran bakışlarının değdiği yerlerde arayacaksın geçmişini..
bulamadığın yerlerde mavi tuzaklar bekliyor
hadi doğur bütün yalancı çocukları...
içleri kan toplasın yalan masalları olsun.

amerikan bezi-deli diyenle derilen arasındaki farkı kimbilebilir ki...


nasıl da başlardık
titreyen sözcüklerle konuşmaya
bir kentten diğerine gitmek ne kolaydı
alev alırdık kuru serinliklerde
güne başlar gibi değiştiriverirdik biz gelmeden üzerimize biçilmiş hayatı
yarın öykülerde varolan bir yerdi hep gideceğimiz
çok da uzak değildi
yürünerek daraltılabilirdi acının yolları
sağanaklarda susmadan koşacak kadar
biliyorduk "hiçbir öykünün sonu bir mezcuba teslim edilemezdi"
giydiklerimiz kollarımızı bağlıyordu; çok da sıkıyordu. neden demedik
nedenleri biz bilelim istedik
kurumuş, kitaparası papatyalardan arta kalandık
sayfalar sarardıkça çiçekler gibi eskidi hatıramız
belleklerde
derin uçurum oldular
içine düşüp durduğumuz
bıkmadığımız
inandığımız
yasaksızdı karartma vakiydi oysaki
ay edepsiz kavuşumdu
bunu kollarımızı arkada sıkıca kenetleyenden mi duymuştuk
çıplaklıklar içimizde
yağmuru değil
kana batmış çocukları büyüttü
üstümüz lekelendi
acı, kan, sokak koktu beyaz
kollarımızı sıkan o beyaz
amerikan bezindenmiş
ondan canımız yanmış tenimizde hışırtılı yarıklar bundanmış

kırmızı oda

kapana kısılmış gece yarıları, lekeleri ayışığının...elde mavi bir yanılsama kadar hafif; gökyüzünden yakıcı...loş sokakları geçtik. geceden beterdi yaralarımız ya hiçe yazgılı kör kalanlardık. bilmediğimiz dillerde yalan söylediler bize.melek yüzlerinde unuttuğumuz bahçelerin kızıl çiçekleri..birbirimizin kanından, göz yaşından beslendik. yol hep uzun sürdü.birileri bir yerlere vardığında bizler geri dönmüş ama hiçin orta yerinde bir yerdeydik. kırmızı odalar, şair sesleri bilinmeyen bir yerde kaldı, sona sakladığımız ellerimiz kan...hiç birimiz sağ çıkamayacaktık. bile bile gidip geri dönmek ve beklemek güzeldi. buz gibi gece yarıları ısınmayı umduk; kederden ve geçmeyen yaslardan...bir eksik melodi kulaklarımızı sağır edecekti. bu şarkıyı vasiyetlerimize yazıp birbirimizin ceplerine bıraktık. kırmızı odalar sağır kaldı kırmızı kurdelelere dolandık ana rahmi gibi temiz: yan yana...bir de baktık ki gölgemiz bile çoktan düşmüş yardan ;yar gözlerinden aşağı....bir tutam tuz kaldı avcumuzda; hiç görmediğimiz gün ışığında daha mavi

9 Şubat 2008 Cumartesi

1163


aylar eskiyerek dökülüyor avcumdan.yüzüm soluk bir hatıradan düşen kırık parçalar gibi, birbirini tutmuyor.seni bırakalı, orada bir başına bırakıp uzaklaşalı ne çok zaman oldu.içimde sesinin giderek eksilişini izlerken buluyorum kendimi.koskoca kahkahandan geriye çökmesin diye taşlar koyduğumuz bir toprak parçası ve anlamsız sayılar kalmış.ne bir adres ne bir yer haritada, dokundukça sen olduğum..sadece 4 rakamdan ibaret bir yalnızlıkta bıraktık ya seni, yağmurlarda üşüyüp üşümediğini düşündüğüm geceler çoğaldı.izin olsun diye sakladığım her hatıranın yerine loş bir akşamüstü gelip kucağında ağlar gibi toprak kokusuna yaslanmak düştü payımıza.uzaklara gitme diye birbiri ardına eklediğim sicimler şimdi kopuyor.git git uzaklaşıyorsun bizden.adın yerine 1163...arkamızı dönüp hayatlar içinde bir hayata sıkıştığımız için, yağmurlarda seni ıpıssız bıraktığımız için,üstünde olanca ağırlığıyla biriken o taşları çekip atmadığımız için..... bu kadarcık mı diye sorduğunu duyuyorum bazen.hepsi bu kadar mı?

düş zaman peşime

düş zaman peşime
sadece ikisi kaldı hayatta.bu fotoğraftan kalan;soluk almayı beceren iki kişi.diğerlerinin terkine inat,yaşamda direten iki kişi.hangileri ölüme bakıyor...hangileri hayatta diretiyor...hangileri yas bıraktı hangileri acı parçalarını süpürür hala...

her şey

her şey
onlarsız yaşanmıyor...sanal beyinlilere,sokakarası uyuşuklarına,vakitsiz yığınlara inat hem de

zaman ki sonsuzdur

zaman ki sonsuzdur
yaşamım boyunca içimi kemirttiniz.evlerinizle.okullarınızla.iş yerlerinizle.özel ya da resmi kuruluşlarınızla içimi kemirttiniz. ölmek istedim dirilttiniz.YAZI YAZMAK İSTEDİM AÇ KALIRSIN DEDİNİZ.aç kalmayı denedim serum verdiniz.DELİRDİM.Kafama elektrik verdiniz.ben bütün bunların dışındayım.

sylvia plath çizgisi

sylvia plath çizgisi
kalbimin sızısı...hiçbir şeye benzemeyen.herkesten kıskanır gibi sevdiğim...

tezer&deniz

tezer&deniz

tomris uyar...inceliklim,açık sözlüm,erken yitenim

tomris uyar...inceliklim,açık sözlüm,erken yitenim
Yoz bir toplum düzeninde yaşamaktan usanıp yaşamlarına son verenlere, üstlerine gaz döküp kendini yakanlara, hasta gözüyle bakıyoruz. Onları ruh hastası saymakla, insanın insanca yaşamak hakkına, insan olarak yaşayamıyorsa, yaşamı dışlama hakkına tepeden bakıyoruz. İnsan yaşadığı toplumdan utanç duyduğu için pekala canına kıyabilir, inanıyorum buna. Böyle önemli bir kararın arifesinde, öteki kararlardaki bocalamalara da yer yoktur üstelik: kaldırım kirlense de olur, banyo kanlansa da, çocuklar korksa da, dostlar üzülse de. Bu tür incelikler, kaygılar çok geride kalmıştır.

deniz bilgin

deniz bilgin
sessizce yittin; sesini duyan????

FURÛĞ-İ FERRUHZÂD

FURÛĞ-İ FERRUHZÂD
"Tüm varlığım benim, karanlık bir ayettir seni kendinde tekrarlayarak çiçeklenmenin ve yeşermenin sonsuz seherine götürecek" ne çok var yitenlerden..ne de güzeldin.ne büyük sözleri fısıldadın gecenin kulağına.duymamanın hazzına kapılmış lal kalabalıklar arasında elbet var ışığını koklaya koklaya izinden gelen birileri

.....

.....

ZELDA NİLGÜN MARMARA nil'de gün ansızın battı.k.İ

ZELDA NİLGÜN MARMARA nil'de gün ansızın battı.k.İ
ey iki adımlık yer küre!senin bütün arkabahçelerini gördüm ben

selçuk baran

selçuk baran
haziran'dır,Arjantin tangoları'dır..kimselerin adını zikretmeyip hayata küstürdüğü sözcüklerin en güzel ustasıdır.erken çekip gidenlerdendir.az kaldı bitiyor derken bir bir önünde ölüm penceresi açılmıştır..sevdiğimiz ne kaldı...kim ellerimizi tutacak korkudan buz kestiğinde.kitapları basılmaz,sahaflar o "adam"ı tanımıyorum der...kim, peki kimin vicdanı sızlar?

Die Verwandlung