27 Mart 2013 Çarşamba

Neil Gaiman Yokyer incelemesi (süperkarga'da 10.Ağustos 2012'de yayımlanan inceleme)



Neil Gaiman   YOKYER

Olağan, kendine rağmen akmaya devam eden hayatı kim durdurabilir? Kimin gücü yeter, rutinin benzersiz güvencinden biraz uzaklaşıp yok sayılana dönüp bakmaya? “Yaşamla şaka olmaz, öğretileni yaşamaya devam et” diyen o sesi susturmak mümkün müdür?
Kimse durduk yere, özellikle de metropol yaşamının kendine has diliyle konuşanlar kendi rutini içinde seyredeni kıracak bir sihirli değnekten medet ummaz.  Zaman zaman filmlerin, kitapların coşkusuyla bir çakımlık da olsa imgelediği dünyanın buraya hiç benzemeyen güvensiz koridorlarında dolaşmayı kurgulamak akıl dışıdır. Öyleyse böyle gelmiş, elbet böyle gidecek düzen içinde, sessizliği ilk kim bozacak oyununa aldanmadan, son nefesin olası en güvenli yolunda yürümek yeğdir. Bazen de bunun bir an önce kırılmasını, ne olursa olsun değişmesini dileyen birileri olur. Düşündükleri her neyse, onun  utanç  verici, akıl dışı serüvenini dillendirmezler. Ama hep bekleyen birileri vardır.
Richard Mayhew bu bekleyiştekilerden, yani bildiğimiz meczup roman kişilerden biri değil.  Aksine farklılıkların kaosuna katlanamayacak bir kontrol delisi, hala trolleriyle oynayan ve bunun yaşamındaki tek “anormali” olduğu rahatlıkla söylenebilecek fazla normal bir adam. Londra’daki düzenli işinde kendince bir yol tutturmuş, idare eder dairesinde televizyonun varlığıyla bile yetinen ve hep daha fazlası için onu kolundan çekiştiren “elit-entellektüel “ nişanlısıyla, güvenli yollardan bir an olsun şaşmayan sıradan kentli.
Yaşamında merhametten daha fazla bir zaafa yer vermemesi önceden belirlenmiş kurallarla sağlanmış, beklentileri gözü yükseklerde bir kadın tarafından gerektiği dozda ayarlanmış bir metropol faresi olmayı yadırgamaz. Bunu sorgulamaz bile. Ta ki farelerin sadece iyi giyimli, elinde kahvesiyle işine giden, yaşamsal saati birilerince kurgulanmış beyaz yakalılardan ibaret olmadığını anlayıncaya kadar.
Merhamet dozu bile, yetişilmesi gereken bir özel iş yemeğinin üslubuna göre belirlemekle yükümlü nişanlısı Jessica tarafından ayarlanan Richard, hayatındaki ilk başkaldırıyı yaptığında, yani yerde yatan yaralı bir genç kıza “merhamet gösterdiğinde” başı tam anlamıyla belaya girer. Bu, ömründe bir ilktir. Bir kurallar dizini içinde, bir an olsun söz hakkı kullanmadığı koskoca hayatının orta yerinde ses çıkarmıştır çünkü. Cılız sesini dışarıdan duyduğunda kendi bile inanamaz. Nişanlısının tüm itirazlarına rağmen, ona başka dünyaların, başka dillerin ve önceden belirlenmemiş acıların olduğunu anlatacak o kapı(!)yı açar ve Door’a yardım elini uzatır.
Dünyayı karşısına almaktır bu. Çünkü onu oracıkta terk edecek bir kadın, kadınla birlikte elinden kayıp gidecek olan klasik yaşam planı hayatının seyrinin değişimini fısıldar. Richard bunu duymaz; duysa da ses çıkarabilecek zamanı yoktur. Ve klasik bir yorumla, “bundan sonra hiç bir şey eskisi gibi olmayacak”tır.
Ne var ki “Yokyer”, bundan sonra eskisi gibi olmayacakların bildiğimiz tanımlarını zorlayan, “ee olacağı buydu” demeye olanak vermeden akıp giden bir Neil Gaiman kitabı. Büyük ilgi uyandırmış  Sandman serilerinden tanıdığımız yazarın fantastik edebiyat türünde verdiği tüm yapıtlar arasında yeri bir başka olan “Yokyer”, pek çok kez incelense de her seferinde yeni bir yüzleşme ve farkındalık yaratması açısından farklı. İthaki Yayınları tarafından 2010’da ilk kez Türkçe basılan kitap, basıldığı tarihten bu yana ilgi görmeye devam ediyor. Geiman’ın mucizesi, oldukça tehlikeli bir tür olan fantastik edebiyat içinde, hep taze kalmaya devam edişiyle açıklanabilir.
Yokyer, Aşağı ve Yukarı Londra olarak birbirinden sadece zamansal ve mekansal olarak ayrılan iki dünyayı betimliyor. Anlatıda özgün olan, sadece zamansal mekansal farklılıkların şiirsel atmosferi değil, birbirine bu denli yakın ve neredeyse iç içe geçmiş yaşamların birbirine değmeden akıp gidiyor oluşunda gizli. Bu güncel bir göndermeyi de bünyesinde barındırıyor elbette. Şehir yaşamı içinde, farkındalıktan zerre payını almamış insan yığınları, gözleri önünde akıp giden, burunlarının dibinde cereyan eden hayatları “istemedikleri sürece” görmüyorlar.
Bunun için Aşağı Londra’nın yer yer mistik atmosferine de gerek yok üstelik. Görmezden gelmek, giderek görme yetisini yitirmeye dönüşüyor. Kitapta, Yukarı Londra’dakilerin Aşağı’dan olan, onlarla temas kurabilen hiç kimseyi görmez,duymaz olmaları tam da bu noktada açıklayıcı oluyor. Richard, Door’a yardım ettiği andan itibaren büyük bir lanetle kuşanıyor ve ailesi, iş arkadaşları hatta nişanlısı bile onu unutuyorlar.
Seslendiği halde onu duymuyorlar, bir anlık yanılsamalar dışında görmüyorlar. Bu andan itibaren Richard ne oralı, ne buralı olarak arada kalmışlığına bir çözüm bulmaya, bu kör ikilemden kurtulmaya çabalıyor.
Çabası sırasında karşılaştıklarına bir anlam yüklemesi, kendi dünyasının diliyle bir mantık araması Yokyer’in yer yer ironik dilini biçimliyor. Zamanla bu çabadan vazgeçip; konuşan sıçanlar, tuhaf  gece pazarlarındaki çok daha tuhaf olaylar-kişiler, bir leydi olan neredeyse çocuk yaştaki Door, devasa cüssesine rağmen ironik bir çekiciliği olan güçlü Avcı, tüm irkilticiliklerine rağmen başlı başına kahraman sayılabilecek trajikomik ikili Mr. Croup ve Mr. Vandemar, geceye ve ölüme mahkum kadife kızkardeşlerden Lamia ve Markis Carabas ile birlikte delilik ve  akıl sınırları arasında gezinmeye başlar.
Anlam veremediği bir savaşın, “bilmesi gereken”den fazla verilmeyen eksik bilgilerin içinde el yordamıyla kendini buradan kurtarmaktan başla çabası olmayan Richard, arayışını bir kenara bırakıp normal yaşamında hiç göstermediği bir yüreklilikle bu dünyanın adaletini arar.  Door,  kurgu gereğince yerli yerine oturan bir isimdir; Richard’ın tıkalı yaşamındaki ilk ve tek gerçek kapıdır ve ne ironiktir ki bu kapı sürreal bir dünyanın hiçbir zamana ve mekana uyarlanamayan diliyle açılır önünde.
Yokyer masalsı, uçarı bir dünyayı gerçekçi bir dille,en ufak boşluk bırakmadan tasvir ediyor.  İngiltere’nin bilinen mekanları, kasabaları içinde gezinirken, bir anda yerlebir sayılabilecek değişimle yer altına, tam mistik bir dehlizde kaybolurken yeniden İngiltere’nin sahici sokaklarına dönüyor okuyucu.
Geiman’ın bu ikilem içindeki ustalığı, dilinin sadeliğinde ve kahramanlarının her birinin kanlı canlı tasvirinde yatıyor. Olaylar günümüz fantastik türleri içinde yer yer karşılaştığımız bildik olaylara çok benzese de Neil Gaiman atmosferinde bambaşka bir kılıkla bedenleniyor ve her daim tazeliğini koruyacağa benziyor.

2 yorum:

Adsız dedi ki...


okudum " sahibinin sesi " gibi

Adsız dedi ki...

sade bir dille yazılan bir yapıtı sevmem ama ... okumalıyım gene ...

düş zaman peşime

düş zaman peşime
sadece ikisi kaldı hayatta.bu fotoğraftan kalan;soluk almayı beceren iki kişi.diğerlerinin terkine inat,yaşamda direten iki kişi.hangileri ölüme bakıyor...hangileri hayatta diretiyor...hangileri yas bıraktı hangileri acı parçalarını süpürür hala...

her şey

her şey
onlarsız yaşanmıyor...sanal beyinlilere,sokakarası uyuşuklarına,vakitsiz yığınlara inat hem de

zaman ki sonsuzdur

zaman ki sonsuzdur
yaşamım boyunca içimi kemirttiniz.evlerinizle.okullarınızla.iş yerlerinizle.özel ya da resmi kuruluşlarınızla içimi kemirttiniz. ölmek istedim dirilttiniz.YAZI YAZMAK İSTEDİM AÇ KALIRSIN DEDİNİZ.aç kalmayı denedim serum verdiniz.DELİRDİM.Kafama elektrik verdiniz.ben bütün bunların dışındayım.

sylvia plath çizgisi

sylvia plath çizgisi
kalbimin sızısı...hiçbir şeye benzemeyen.herkesten kıskanır gibi sevdiğim...

tezer&deniz

tezer&deniz

tomris uyar...inceliklim,açık sözlüm,erken yitenim

tomris uyar...inceliklim,açık sözlüm,erken yitenim
Yoz bir toplum düzeninde yaşamaktan usanıp yaşamlarına son verenlere, üstlerine gaz döküp kendini yakanlara, hasta gözüyle bakıyoruz. Onları ruh hastası saymakla, insanın insanca yaşamak hakkına, insan olarak yaşayamıyorsa, yaşamı dışlama hakkına tepeden bakıyoruz. İnsan yaşadığı toplumdan utanç duyduğu için pekala canına kıyabilir, inanıyorum buna. Böyle önemli bir kararın arifesinde, öteki kararlardaki bocalamalara da yer yoktur üstelik: kaldırım kirlense de olur, banyo kanlansa da, çocuklar korksa da, dostlar üzülse de. Bu tür incelikler, kaygılar çok geride kalmıştır.

deniz bilgin

deniz bilgin
sessizce yittin; sesini duyan????

FURÛĞ-İ FERRUHZÂD

FURÛĞ-İ FERRUHZÂD
"Tüm varlığım benim, karanlık bir ayettir seni kendinde tekrarlayarak çiçeklenmenin ve yeşermenin sonsuz seherine götürecek" ne çok var yitenlerden..ne de güzeldin.ne büyük sözleri fısıldadın gecenin kulağına.duymamanın hazzına kapılmış lal kalabalıklar arasında elbet var ışığını koklaya koklaya izinden gelen birileri

.....

.....

ZELDA NİLGÜN MARMARA nil'de gün ansızın battı.k.İ

ZELDA NİLGÜN MARMARA nil'de gün ansızın battı.k.İ
ey iki adımlık yer küre!senin bütün arkabahçelerini gördüm ben

selçuk baran

selçuk baran
haziran'dır,Arjantin tangoları'dır..kimselerin adını zikretmeyip hayata küstürdüğü sözcüklerin en güzel ustasıdır.erken çekip gidenlerdendir.az kaldı bitiyor derken bir bir önünde ölüm penceresi açılmıştır..sevdiğimiz ne kaldı...kim ellerimizi tutacak korkudan buz kestiğinde.kitapları basılmaz,sahaflar o "adam"ı tanımıyorum der...kim, peki kimin vicdanı sızlar?

Die Verwandlung