Ağırdı, ağlıyordunuz...
Gerçekliği yoktu yanınızda bazı eskimelerin. Bir yolun ucunda kızıl patlamalar taşıyan o turuncu kapıya dönüktü yüzünüz. Kandırılmanın masallarda kaldığı, bazen zamanın kurcalayıp kanattığı o yerde bir yüzünüz güneşe dönüktü. Gün batımlarının sahici fısıltısı, ayın kendini durmadan anımsatan kımıltısı avcunuzda bir veda mektubu gibi kalmıştı. Biliyordunuz..
Ağlamanın bozgun sayıldığı o sokak arasındaydınız.sahi!yalnızdınız üstelik!
Nasıl da korkmuyordunuz.
İki nefes arasında kocaman bir boşluk günün yalanlarını maskeliyordu. Bir adım sonraya gücü kalacak mı dedikleriniz çoktan geri dönmüştü. Gölgeler vardı, gölgeler konuşmuyordu.
Bir rüyanın renklerle sabahı çağırması gibiydi zaman sizin için. Kimselerin duymadığı bir sesi, geceden kalma bir gülüşe emanet edişiniz bundandı. Tuhaftı, yerin göğe el uzattığı tünellerden geçiyordunuz. Ağrılı bir kalbin usul sesine kulak verdiniz. Kalp kentin orta yerinde açılıverdi. Korku bulaşmamıştı henüz. Hiçbir şey kirletemezdi oyunlarınızı. Yol uzadıkça telaşlar dökülüyordu yüzünüzden. Yüzünüz ılık iklimlerin özetiydi, bir nefes sonraya hayatı anlatıyordu. Hayat elinizde neydi ki?
Ağlamanız kesilmedi hiç. Korkutuyordunuz.
Yığınlar arasında ışıklar içinde savruluyordunuz. Adınız asılıydı dudak kenarlarında. Gözünüzde sadece yolculuklardan dönenler ve hep o belirsiz yola koşan “gidip bakalım hadi” diyen sesin sahibi vardı. Gözleriniz çok zaman görünmüyordu ağrıdan ve tozdan.
Bir masal zamanıydı. Tüller içinde yalanlar geçiyordu önünüzden. Çoktunuz bunca eksilmenize rağmen. Gün batımları sizi çağırıyordu karanlık bir odada uyanmanızı beklerken. Siz seslere “kapılan”dınız. Ansızın ahşap bir bedende yabancılaşan parçanızı yalanlara bahane ediyordunuz. İçinizde hayatlar vardı kapısı açılmamış. Tenhada bir kavuşum uzaktı size. Büyük hayatlardan geçip küçük eller tutuyordunuz üstelik.
Yağmur yağmıyordu hiç. ...
Bir kent düşü kurulmuştu. Orta yeri şölen. Kimliksiz taşlara isimler, bir yerlere renkli dilekler asılıyordu. Hiç görmediğiniz hayatlardan kopup gelen bir ses ardınızda soluk alıyordu. Nefesi teninizde kıyım... kurumuş, unutulmuş bahçelerden bir esinti. Nasıl da güzeldi...
Aslında ağlamıyordunuz.. Yağmur hızlanmıştı. Elinizde siyah beyaz bir özleyişin izi.. yüzünüze bulaşan o rengin sahibini gün batımlarında bırakıp hızla çıkıyordunuz tünelden...yağmur size değmiyordu...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
8 yorum:
yazılarını çok özlemişim..
yüreğine iyi bak..
yazmak için susmak gerekmiş.yine aynı tuzağa düştüm..mutlu ettin beni.teşekkürler.
ne güzel ve uzaklara götüren bir yazıydı..
sadece uzaklara gitmedim, bir çok his aynı anda yaşandı,
okudukça..
yüreğine sağlık.
" Siz seslere “kapılan”dınız. Ansızın ahşap bir bedende yabancılaşan parçanızı yalanlara bahane ediyordunuz. İçinizde hayatlar vardı kapısı açılmamış. Tenhada bir kavuşum uzaktı size. Büyük hayatlardan geçip küçük eller tutuyordunuz üstelik. "
çok güzel.
bütün blog adına tebrik ederim.
kelimeler düşer yalnızlığa, kimileri yükselir, yükselenler hep içlerini kazarlar, kendileriyle tanışırlar her gün...
özlemişim kelimelerinizi...
varla yok arasında en güzel şey bu sanırım.yazının diliyle kaybolmanın cazibesi çatışıyor...ve efrasiyab;sonunda buradasınız..bu bile yeter..
beşiktaş mormartıdan her geçişimde yüreğimde kocaman bir sızıya sebep olan insan.. seni ne çok aradım ve ne çok özledim bir bilsen...
AMA NEDEN YAZMIYORSUN SEN UZUN ZAMN OLMUŞ..OYSA BEN SENİN SÖZCÜKLERİNİ SEVİYORUM ....
Yorum Gönder