merkür ve güneş kavuşumu'na
Gece yıldız alacası
içindeydi. Bir yolculuğun ölüme benzeyen sonunu bekliyorduk. Beklemelerin en
güzeliydi, sonrasını düşününce hastalıklı bir sanrıyla aynı cümleye düşen...
Zor günlerdi. Bir yerlerden geri dönülmüştü, o yerlere geçit hiç yoktu. Geçmiş
yeniden yaşanabilir mi, diye soran uyuşmuş aklın oyunuydu bu. Geçmiş olduğu
yerde kalacaktı ve bugünlerde dedikleri gibi “yağmur” yağmayacaktı. Yıldızlar,
oynaşıp duran gezegenler ruhumuzda büyük gedikler açsın diye geri çekildi
bulutlar, ben biliyorum. Yoksa, bu ihtimal hiç olmasa, yağmur edepsizce
yığılacaktı boşluklardan içime. Yukarılarda, ona en çok benzeyen yükseklerde
başladı geri sayım. Sona çok az kalmıştı, hatta belki çoktan bitmişti bir rüya.
Uyananlar bir bir kaderlerine söverken ben aklımda en çok hangisinin kalacağını
hesaplıyordum. Uçacaktı. Keskin anason kokusu önce gider sanıyordum. Bir tek o
sahip çıkabilirdi geceye ve emanetine. Senden ve benden geriye hiçbir şey kalmayacaktı.
Rengi yoktu bu kez. Bir renk bırakmak gerekirse geriye, benden uçucu mor, ondan
hiç bilinmeyen uzaklıkların, daha önce tanışılmamış gölgeleri olacaktı bu.
Sormadım. En çok hangi renge düştü yıldızın diye... Oysa az çok anımsıyorum
renkler içinde salındığımda her birinin ve galiba en çok koyu yeşilin izi
kalmıştı. Aklıma gece kadar koyu renkler gelmiyordu. Gözlerinde kırmızı bir acı
bırakan sicimlerin yarası varken bile bilemedim. Bilmeyi ne çok isterdim. Kahve
fincanında uzun, upuzun yolu olana hangi renk diye sorulamıyormuş. En çok, en
azla başlayan herhangi bir sorunun hükmü yalnızca geride kalanın usunda
karanlık imgeler olurmuş. Öğreneli çok oluyor. Bir dilin koynunda kendine hiç
gelemeyenler bilirler belki, ortada binlerce sözcük varken ve en içler acısı
dudaktan dökülürken, soruların ve yolların birbirine nasıl baktığını...
Ben geceyi affettim.
Nasılsa gene bir yerde kıstırıp aklıma düğüm atacaktı. Hayatın kendine
çaldıklarından biriydim ve ne zaman, nasıl isterse öyle duracaktım oyunlar
içinde. Dışarı çık dediğinde kelimeleri bir bir yutarak, oyunun hayli ötesinde
durmadan bakacaktım gözlerinin içine. Hayat yerine acıyı bıraktığında, sadece
gözlerimle tanıdığım bir yarayı ovacaktım bakışlarımla. Dışarıda durabildiğim
kadar benimdi yıldızlar. Yoksa bir gezegenin koynundan düşmemle, olduğum yerde
kan revan kalmam arasındaki mesafe hiç fark etmiyordu. Usum oyunlar oynuyordu,
dışarıda durduğum, beklediğim, nefes alabildiğim kadar dayanacaktım. Ben
yıldızlar yerine yağmurla yetinmesi gerekendim. Kalan olmak buydu galiba. Daha
önce bir yerlerde öğrenmiştim. Annem vardı aklımda, bana hiç anlatmadıklarını,
ondan sonra yaşıyor olmanın öfkesiyle birlikte duruyordu karşımda. Ağır ağır nefes alan bir çocuktum. Hastalıklı
düşlerimden geriye hiçbir şey kalmayacaktı. Benden geriye kalanlarla
yetindiklerine göre gitmem zamansız sayılmazdı.
Ama yıldızlar ellerimi bağladı. Gece içinde çıplak ve yorgun
olmaktı bu
Sonra saatler
dönmeye başladı zihnimde; tersine, ileriye; sana ve bana. Güneşle Ay hiçbir
zaman aynı karede durmayacaklar dediğimde gülümsedin. Sahici bir vedanın
bozduğu bir aklın oyunu olmalı bu... Gülümsemek, ölüme gider gibi, ölümüne
yanarken bile dudak kenarında duran o mutluluk hali. Görmek yetermiş gibi...
Gördüğüne dokunamayan çürümüş ruhlarla dolu bu kent. Etrafta pencere önünde
giderek solan yüzler, birbiri üstüne ekledikleri kırışıklarıyla gurur
duyuyorlar: bunun adı yaşamışlık!!! Yaşanan her anın acı biriktirmek, onlardan
hayat çıkarmak olduğunu sanan, kandırılmış cesetler geziyor aramızda. Sahiden
tutunduğun iplerden birinin kopacağını, tıpkı göz kenarında bıraktığı o kesif
kızıl kadar bile insaflı olmayacağını hiç düşünmedin mi?
Gökyüzünde evlerin,
buralara hiç benzemeyen hatalarla dolu bir geçmişin vardı senin. Şimdi gülümserken,
onlardan herhangi biri yüzünden ve artık eskisi kadar gülemeyeceğini imleyen o
kadının lanetiyle mi dimdik duruyorsun gecenin karşısında? Güldüğün yerde ölüme
benzeyen sıcak mevsimler yeşeriyordu. Sen soğuğa, kalbini koruyacak o duvarlar
gerisine çekilirken, bir sokak arasında terden ve gözyaşından bir adım bile
öteye gidemeyen o gölgeler kaldı. Biliyordun, önerilerin vardı. Kendine benzettiğin
o sonsuz yok oluşlar için bile sonu gelmeyecek iyi niyetli tesellilerin...
Geride kimse kalmazdı buralarda. Birileri, zamanın başka başka yerlerinde ve
üstelik daha sıcak ve soğuk iklimlerin birbirine geçtiği o hikayelerde
öğrenmişti bunu. Yapacak bir şey yoktu. Kaldırımdaki ize el sallamak,
gözyaşının tek bir zerresini bile yazın o sıcağında ortalık yere bırakmadan
gözden kaybolmak... Elden bu gelirdi ve yitimlerin en başında öğrenilmişti.
Sahiciydi gökyüzü.
Yalan söylemeyi bir kenara bırakıp, ölmüş ışıklarına isim verenlere acımadan
bakardı. Sen bilmediğin dillerde, çok önceden anlatılmış hikayelere uymuyordun
ama iplerin vardı. Geceden daha temiz, yalanlardan daha gerçek... Gecenin hükmü
bittiğinde, bir kentin olası ve en güzel ara sokaklarında tamamlanacaktı
cümleler. Geleceğe hiç dokunulmadan, kutsal bir emaneti korur gibi, kalpte
durmadan ve daha önceden siyahlaşmış o his gibi gidilecekti. Gitmenin bahanesi
olmazdı,özrünün bir yedeği de yoktu ruhta. Karşılıksızdı bu defa, başka dilde
olmayan, olsa bile anlamına asla ermeyen...
Bir başka gecenin koynunda korku ve hazdan delirme pahasına
dokunulan o yaralar, birazdan irin ve ölüm olarak kanını döküverecek damarları
kaplamıştı. Dokun dedi birimizin tanrısı. Hangisi olduğunun oracıkta hükmü
yoktu. Lafı edilmezdi. Dokun dedi, geceden daha günahkar değilsin ve ille de
gecede duracaksan dokun. Onun yeminiyle bozulan bir lanet, daha büyüğüne yer
açmak için utançla çekildi önümüzde. Bizden geriye çok şey kalacaktı. Dillerin pasında,
kininde büyüyecek, efsane bile olacaktık. Bilemezdin. Buraların, istendiği
zaman, içindekine nasıl bir cehennem sunduğunu sana anlatabilecek bir dil
yoktu. Gökyüzünden vedalar sarkıyordu. Sen
ölecek gibi baktığında, bir başka dünyanın ikliminde üşüyen çocuklar olduğunu
bilmiyordum. Saatleri hiçbir zaman aklımdan çıkmayacak bir dua gibi
ezberleyeceğimi... Gitmek demekti bu, gidenden çok daha önce yola çıkmak. Aklı,
ruhu ve bütün ezberleri bilerek, çok isteyerek geride bırakmak. Oysa zaman
tersine akacak, sana bahşedilen o güneş, buralara yorulmuş, üşümüş olarak
gelecekti.
2 yorum:
olağanüstü bir gezegen orada zaten yaşıyoruz
olağanüstü
Yorum Gönder