11 Ağustos 2012 Cumartesi

SAATLER VE MERKÜR- kan ve ip II / blood and rope II

                                                                         GECE SAATİ                        
                                                        merkür ve güneş kavuşumu'na                                                           

 Gece yıldız alacası içindeydi. Bir yolculuğun ölüme benzeyen sonunu bekliyorduk. Beklemelerin en güzeliydi, sonrasını düşününce hastalıklı bir sanrıyla aynı cümleye düşen... Zor günlerdi. Bir yerlerden geri dönülmüştü, o yerlere geçit hiç yoktu. Geçmiş yeniden yaşanabilir mi, diye soran uyuşmuş aklın oyunuydu bu. Geçmiş olduğu yerde kalacaktı ve bugünlerde dedikleri gibi “yağmur” yağmayacaktı. Yıldızlar, oynaşıp duran gezegenler ruhumuzda büyük gedikler açsın diye geri çekildi bulutlar, ben biliyorum. Yoksa, bu ihtimal hiç olmasa, yağmur edepsizce yığılacaktı boşluklardan içime. Yukarılarda, ona en çok benzeyen yükseklerde başladı geri sayım. Sona çok az kalmıştı, hatta belki çoktan bitmişti bir rüya. Uyananlar bir bir kaderlerine söverken ben aklımda en çok hangisinin kalacağını hesaplıyordum. Uçacaktı. Keskin anason kokusu önce gider sanıyordum. Bir tek o sahip çıkabilirdi geceye ve emanetine. Senden  ve benden geriye hiçbir şey kalmayacaktı. Rengi yoktu bu kez. Bir renk bırakmak gerekirse geriye, benden uçucu mor, ondan hiç bilinmeyen uzaklıkların, daha önce tanışılmamış gölgeleri olacaktı bu. Sormadım. En çok hangi renge düştü yıldızın diye... Oysa az çok anımsıyorum renkler içinde salındığımda her birinin ve galiba en çok koyu yeşilin izi kalmıştı. Aklıma gece kadar koyu renkler gelmiyordu. Gözlerinde kırmızı bir acı bırakan sicimlerin yarası varken bile bilemedim. Bilmeyi ne çok isterdim. Kahve fincanında uzun, upuzun yolu olana hangi renk diye sorulamıyormuş. En çok, en azla başlayan herhangi bir sorunun hükmü yalnızca geride kalanın usunda karanlık imgeler olurmuş. Öğreneli çok oluyor. Bir dilin koynunda kendine hiç gelemeyenler bilirler belki, ortada binlerce sözcük varken ve en içler acısı dudaktan dökülürken, soruların ve yolların birbirine nasıl baktığını...
 Ben geceyi affettim. Nasılsa gene bir yerde kıstırıp aklıma düğüm atacaktı. Hayatın kendine çaldıklarından biriydim ve ne zaman, nasıl isterse öyle duracaktım oyunlar içinde. Dışarı çık dediğinde kelimeleri bir bir yutarak, oyunun hayli ötesinde durmadan bakacaktım gözlerinin içine. Hayat yerine acıyı bıraktığında, sadece gözlerimle tanıdığım bir yarayı ovacaktım bakışlarımla. Dışarıda durabildiğim kadar benimdi yıldızlar. Yoksa bir gezegenin koynundan düşmemle, olduğum yerde kan revan kalmam arasındaki mesafe hiç fark etmiyordu. Usum oyunlar oynuyordu, dışarıda durduğum, beklediğim, nefes alabildiğim kadar dayanacaktım.  Ben yıldızlar yerine yağmurla yetinmesi gerekendim. Kalan olmak buydu galiba. Daha önce bir yerlerde öğrenmiştim. Annem vardı aklımda, bana hiç anlatmadıklarını, ondan sonra yaşıyor olmanın öfkesiyle birlikte duruyordu karşımda.  Ağır ağır nefes alan bir çocuktum. Hastalıklı düşlerimden geriye hiçbir şey kalmayacaktı. Benden geriye kalanlarla yetindiklerine göre gitmem zamansız sayılmazdı.
Ama yıldızlar ellerimi bağladı. Gece içinde çıplak ve yorgun olmaktı bu
  Sonra saatler dönmeye başladı zihnimde; tersine, ileriye; sana ve bana. Güneşle Ay hiçbir zaman aynı karede durmayacaklar dediğimde gülümsedin. Sahici bir vedanın bozduğu bir aklın oyunu olmalı bu... Gülümsemek, ölüme gider gibi, ölümüne yanarken bile dudak kenarında duran o mutluluk hali. Görmek yetermiş gibi... Gördüğüne dokunamayan çürümüş ruhlarla dolu bu kent. Etrafta pencere önünde giderek solan yüzler, birbiri üstüne ekledikleri kırışıklarıyla gurur duyuyorlar: bunun adı yaşamışlık!!! Yaşanan her anın acı biriktirmek, onlardan hayat çıkarmak olduğunu sanan, kandırılmış cesetler geziyor aramızda. Sahiden tutunduğun iplerden birinin kopacağını, tıpkı göz kenarında bıraktığı o kesif kızıl kadar bile insaflı olmayacağını hiç düşünmedin mi?
  Gökyüzünde evlerin, buralara hiç benzemeyen hatalarla dolu bir geçmişin vardı senin. Şimdi gülümserken, onlardan herhangi biri yüzünden ve artık eskisi kadar gülemeyeceğini imleyen o kadının lanetiyle mi dimdik duruyorsun gecenin karşısında? Güldüğün yerde ölüme benzeyen sıcak mevsimler yeşeriyordu. Sen soğuğa, kalbini koruyacak o duvarlar gerisine çekilirken, bir sokak arasında terden ve gözyaşından bir adım bile öteye gidemeyen o gölgeler kaldı. Biliyordun, önerilerin vardı. Kendine benzettiğin o sonsuz yok oluşlar için bile sonu gelmeyecek iyi niyetli tesellilerin... Geride kimse kalmazdı buralarda. Birileri, zamanın başka başka yerlerinde ve üstelik daha sıcak ve soğuk iklimlerin birbirine geçtiği o hikayelerde öğrenmişti bunu. Yapacak bir şey yoktu. Kaldırımdaki ize el sallamak, gözyaşının tek bir zerresini bile yazın o sıcağında ortalık yere bırakmadan gözden kaybolmak... Elden bu gelirdi ve yitimlerin en başında öğrenilmişti.
 Sahiciydi gökyüzü. Yalan söylemeyi bir kenara bırakıp, ölmüş ışıklarına isim verenlere acımadan bakardı. Sen bilmediğin dillerde, çok önceden anlatılmış hikayelere uymuyordun ama iplerin vardı. Geceden daha temiz, yalanlardan daha gerçek... Gecenin hükmü bittiğinde, bir kentin olası ve en güzel ara sokaklarında tamamlanacaktı cümleler. Geleceğe hiç dokunulmadan, kutsal bir emaneti korur gibi, kalpte durmadan ve daha önceden siyahlaşmış o his gibi gidilecekti. Gitmenin bahanesi olmazdı,özrünün bir yedeği de yoktu ruhta. Karşılıksızdı bu defa, başka dilde olmayan, olsa bile anlamına asla ermeyen...
Bir başka gecenin koynunda korku ve hazdan delirme pahasına dokunulan o yaralar, birazdan irin ve ölüm olarak kanını döküverecek damarları kaplamıştı. Dokun dedi birimizin tanrısı. Hangisi olduğunun oracıkta hükmü yoktu. Lafı edilmezdi. Dokun dedi, geceden daha günahkar değilsin ve ille de gecede duracaksan dokun. Onun yeminiyle bozulan bir lanet, daha büyüğüne yer açmak için utançla çekildi önümüzde. Bizden geriye çok şey kalacaktı. Dillerin pasında, kininde büyüyecek, efsane bile olacaktık. Bilemezdin. Buraların, istendiği zaman, içindekine nasıl bir cehennem sunduğunu sana anlatabilecek bir dil yoktu.  Gökyüzünden vedalar sarkıyordu. Sen ölecek gibi baktığında, bir başka dünyanın ikliminde üşüyen çocuklar olduğunu bilmiyordum. Saatleri hiçbir zaman aklımdan çıkmayacak bir dua gibi ezberleyeceğimi... Gitmek demekti bu, gidenden çok daha önce yola çıkmak. Aklı, ruhu ve bütün ezberleri bilerek, çok isteyerek geride bırakmak. Oysa zaman tersine akacak, sana bahşedilen o güneş, buralara yorulmuş, üşümüş olarak gelecekti.

2 yorum:

ben n.b dedi ki...

olağanüstü bir gezegen orada zaten yaşıyoruz

necdet dedi ki...

olağanüstü

düş zaman peşime

düş zaman peşime
sadece ikisi kaldı hayatta.bu fotoğraftan kalan;soluk almayı beceren iki kişi.diğerlerinin terkine inat,yaşamda direten iki kişi.hangileri ölüme bakıyor...hangileri hayatta diretiyor...hangileri yas bıraktı hangileri acı parçalarını süpürür hala...

her şey

her şey
onlarsız yaşanmıyor...sanal beyinlilere,sokakarası uyuşuklarına,vakitsiz yığınlara inat hem de

zaman ki sonsuzdur

zaman ki sonsuzdur
yaşamım boyunca içimi kemirttiniz.evlerinizle.okullarınızla.iş yerlerinizle.özel ya da resmi kuruluşlarınızla içimi kemirttiniz. ölmek istedim dirilttiniz.YAZI YAZMAK İSTEDİM AÇ KALIRSIN DEDİNİZ.aç kalmayı denedim serum verdiniz.DELİRDİM.Kafama elektrik verdiniz.ben bütün bunların dışındayım.

sylvia plath çizgisi

sylvia plath çizgisi
kalbimin sızısı...hiçbir şeye benzemeyen.herkesten kıskanır gibi sevdiğim...

tezer&deniz

tezer&deniz

tomris uyar...inceliklim,açık sözlüm,erken yitenim

tomris uyar...inceliklim,açık sözlüm,erken yitenim
Yoz bir toplum düzeninde yaşamaktan usanıp yaşamlarına son verenlere, üstlerine gaz döküp kendini yakanlara, hasta gözüyle bakıyoruz. Onları ruh hastası saymakla, insanın insanca yaşamak hakkına, insan olarak yaşayamıyorsa, yaşamı dışlama hakkına tepeden bakıyoruz. İnsan yaşadığı toplumdan utanç duyduğu için pekala canına kıyabilir, inanıyorum buna. Böyle önemli bir kararın arifesinde, öteki kararlardaki bocalamalara da yer yoktur üstelik: kaldırım kirlense de olur, banyo kanlansa da, çocuklar korksa da, dostlar üzülse de. Bu tür incelikler, kaygılar çok geride kalmıştır.

deniz bilgin

deniz bilgin
sessizce yittin; sesini duyan????

FURÛĞ-İ FERRUHZÂD

FURÛĞ-İ FERRUHZÂD
"Tüm varlığım benim, karanlık bir ayettir seni kendinde tekrarlayarak çiçeklenmenin ve yeşermenin sonsuz seherine götürecek" ne çok var yitenlerden..ne de güzeldin.ne büyük sözleri fısıldadın gecenin kulağına.duymamanın hazzına kapılmış lal kalabalıklar arasında elbet var ışığını koklaya koklaya izinden gelen birileri

.....

.....

ZELDA NİLGÜN MARMARA nil'de gün ansızın battı.k.İ

ZELDA NİLGÜN MARMARA nil'de gün ansızın battı.k.İ
ey iki adımlık yer küre!senin bütün arkabahçelerini gördüm ben

selçuk baran

selçuk baran
haziran'dır,Arjantin tangoları'dır..kimselerin adını zikretmeyip hayata küstürdüğü sözcüklerin en güzel ustasıdır.erken çekip gidenlerdendir.az kaldı bitiyor derken bir bir önünde ölüm penceresi açılmıştır..sevdiğimiz ne kaldı...kim ellerimizi tutacak korkudan buz kestiğinde.kitapları basılmaz,sahaflar o "adam"ı tanımıyorum der...kim, peki kimin vicdanı sızlar?

Die Verwandlung