AMARGİ DERGİ 24. SAYI
TOMRİS UYAR İÇİN BİR “GÜNDÖKÜMÜ”
TOMRİS UYAR İÇİN BİR “GÜNDÖKÜMÜ”
Varolmanın
salt hayatta kalma kurgusundan kopup, bir şeylere dokunarak; yanarak ve bazen
de yakarak yaşamakla ilişkili olduğunu ilk muştulayandır edebiyat. Yazmak bir
direnme, uyumsuzlanma hali olursa ancak sanata dönüşür ve buradan yola çıkanların
elindeki kalem yazanın uzvundan ötesi değildir.
Sancılı bir ruhla yazanların giderek azaldığı
bir dönemde Tomris Uyar adı içte bir ferahlama; huysuzlukla bilenmiş
uyumsuzluğun olumlaması gibidir. Sadece öykü yazmayı seçmiş olsa da edebiyata
dair ne varsa bir ucundan Tomris Uyar’ın tuttuğunu biliriz. “2. Yeni’nin
Kraliçesi” adlandırması boşuna değildir. Çünkü O, şiirin içinden geçer,
felsefeye döner ve yaşamdan topladıklarıyla oturur yazının başına. Üstelik öykü
yazmayı bir kenara bıraktığı “günlerde” bile yazının içindedir; günceler
biriktirir, hala tazeliğini koruyan çeviriler yapar. Türk Edebiyatı Tomris Uyar
‘ın rengiyle bugünkü şeklini almıştır demek abartılı olmayacaktır. Dile
tutkusu, onu korumaktan öte evrilten bir boyut kazanmıştır. Dille oynar, onu
kurcalar ve adeta doğurur. Şimdi bile içinden sıklıkla geçtiğimiz sokaklar,
öykülerinde yarattığı dil evreninin parçasıdır. Bir gelecek öngörüsü müdür,
yoksa dillendirilmesinden hoşlanmadığı yaratıcı zekasının bir oyunu mudur
bilinmez; ama Tomris Uyar akılda hep şu
anın tazeliğinde kalmıştır.
İstanbul’da geçtiğimiz yılın sonbaharından itibaren, okur-yazarlığın
gözle görülür düşüşüne bir gönderme gibi gelen sempozyumlar düzenlendi. Tezer Özlü,
Sevgi Soysal, Bilge Karasu, Sevim Burak sempozyumlarının arasında Tomris Uyar
adı olmasaydı büyük bir boşluk kalacaktı. Ancak Mimar Sinan Güzel Sanatlar
Üniversitesi Türk Dili Edebiyatı Bölümü yılın belki de en doyurucu
etkinliklerinden birine ev sahipliği yaparak Tomrissiz bir edebiyatın eksik
kalacağını imledi. Handan İnci ve ekibinin hiçbir detayı atlamadan
düzenledikleri “70. Yaş Değiştirme Törenine Yetişen Bir Sempozyum” adı gibi
incelikli hazırlanmıştı. Renkleri ve yaşama içkinliğiyle hiçbir zaman bir
yitime uyarlanamazlığı bu sempozyumda bir kez daha anımsatıldı. Gerek
konuşmacıların dile getirdikleri, gerekse zaten adının her geçtiği yerde açılan
sonsuz “aydınlanma anı” sayesinde en çok da yeni nesille tanıştırılması
açısından bu etkinliğin önemi yadsınamaz.
Tomris
Uyar yazmayı yaşamdan; yaşamayı yazıdan hiç ayırmadan kendi özgün dilini
oluşturan, kelimenin tam anlamıyla özgün bir yazar. O nedenle sadece öyküleri
değil “yaşayış hali” de üzerinde uzun uzun konuşulması gereken bir konu
olmuştur daima. Güncelerinde kişiliğinin, dünyaya bakışının, nelere kızıp
neleri çok sevdiğinin, tutkularının ve çekincelerinin ipuçlarını vermesi
bakımından en az yazınsal varlığı kadar “esaslı bir kadın” oluşuyla da
ayrıcalıklıdır. Söz gelimi, adının yanında “ayrıcalık” halinin kullanımına ne
denli kızacağını, güncelerini okumuş sadık okur bilecektir. Bütün
abartmalardan, yüceltmelerden gerildiğini her fırsatta belirtse de ona dair
kurulabilecek hiçbir cümle saydam ve sakin kalamaz. Renkler vardır Tomris
Uyar’ın yürüdüğü yollarda bile. Yalınlığı, özde kalmayı tercih eder ama
direnişin bütün alacası ondan taşıp okuruna, sevdiklerine büyük bir tutku
üzmesi olarak yansır. Her adımı, cümlesi planlıdır belki ama bunu bilmeden, “elinden
böylesi geldiği için” yapar. Bu sempozyumda, onun çok yakınlarının örneklediği“yaşam
kesitleri” de bunu yineledi. Yaz göğünün altında, ille de denize en yakın
mesafede hayata kafa tutmayı yeğleyen, inandıklarına ters gelenle “dibine
kadar” didişen bir yazara hiç görmeden dokunabilmek için 17 Kasım 2011’de
düzenlenen sempozyum sahici bir vesile oldu.
Oturum, TV arşivlerinden seçilmiş Tomris Uyar’ın
yaşamından ve edebiyat anlayışından kesitler sunan programların mini
gösterimiyle açıldı. Öyle ki konuşmacıların söz edecekleri her ne olursa olsun,
Tomris Uyar daha ilk andan itibaren iri yeşil gözleri ve hayata dair keskin
söylemleriyle salondakileri etkisi altına alıverdi. Kurulacak cümleler özenle
seçilmeliydi; hiçbirinde ölümün esrikliğinden doğan yüceltmeler, sulu
abartmalar olmamalıydı. Zaten konuşmalar süresince tüm konuklar, ifadelerinde
bunu özellikle belirttiler: Tomris Uyar gereksiz yüceltmelerin ve bütün içli
duygusallıkların karşısında sertlikle durur!
Oğlu
H.Turgut Uyar’ın konuşması sırasında “Gündökümleri” ni okuyan okur “küçük
Turgut” imgesini, bu defa annesinden söz ederken dinlemek fırsatını buldu.
Yazarın yaşadığı çağa, o döneme ait en ufak bir ayrıntının ete kemiğe bürünmesi;
tıpkı Tomris Uyar’ın öykü kişilerinin bir yerlerde yaşamaya devam ettiklerini
söylemesine gönderme gibiydi.
Malzemesi hayat olan, hiçbir zorlama imgeye
yer vermeden sonuna dek açık algısıyla dahil olduğu yaşamdan beslenen bir
yazarın, yakınlarının anlatımıyla tıpkı yazdığı gibi yaşadığını, ilkelerinin
hiç değişmediğini anlama fırsatı ancak böyle yakalanabilirdi. Sema Kaygusuz’un
söz ettiği “kontrollü yakınlık”, “duygu patlamalarından arınmış ve içinde ille
de edebiyat olan sohbetler” yaşanmasa da tahmin edilebilen bir Tomris Uyar
algısını daha da derinleştirdi. İçmeyi yaşamdan hiç ayırmadığı, güzel içen bir
kadın olduğu halde, esrimeye, kendini bırakmaya, sarhoşluğa bir an olsun yer
vermediği hayatında hep ona hayranlıkla bakan okurlar, arkadaşlar ve aşklar
yaratışı yine O’nun kendine özel, benzersiz doğası gereğidir. Giderek yaşama
eklemlenen cehaletten, yozluktan, dönemin köreltilmiş siyasi olan biteninden
bunalan Tomris Uyar’ın yozlaşmayla direnecek cümleleri bulamayınca “Gündökümleri”ni
yazmaya son verdiğini, içinde bulunduğumuz döneme bakınca bir öngörü gibi
yaşadığını anımsatır. Sema Kaygusuz, ortak anılarından söz ederken, Virginia
Woolf’un ezeli rakibi Katherine Mansfield’in ölümü ardından “ben şimdi kimin
için yazacağım” cümlesini Tomris Uyar’ın nasıl dokunaklı algıladığını, bunu
kendi yaşamışcasına aktardığını söylediğinde salonda belki de ilk duygusal an
yaşandı. Bunun karşılığı ne yazık ki günümüzde olmadığı için, özlenen bir
tavrın anımsanmasıydı yalnızca. Tam da bu noktada edebiyat okuru olmanın,
gerçekten okur olabilmenin kendi içinde kurallar ve duygular taşıyan özel bir
dünya olduğu gerçeğini devreye giriyor. Yazarın söz ettikleri ancak böyle bir
bir algıyla tam olarak kavranabilir.
Konuşmacılar arasında bir dönem evinde verdiği
ve adını “kıyıdan açılmak” koyduğu derslere katılan Zeynep Miraç Özkartal da
vardı. Onun anlatımı bambaşka bir Tomris Uyar resmi çizmek açısından farklıydı.
Tomris Uyar’ın gençlerle kurduğu bağı ve onlara yaklaşımını Özkartal’ın
capcanlı ifadesi ele verdi. Tomris Uyar’ın “Gündökümleri” nde “biz bu gençlere
ne yapıyoruz, onları nasıl yalnız bırakmışız” serzenişini anımsayanlar, aslında
özeleştiri yapması gereken son kişi olduğunu bu konuşmadan çıkaracaklardır.
Zira onun tahlil ve tespitleri, yaklaşım biçimi gençlere hep “kıyıdan açılmak”
fırsatını verdi. Ancak günümüzde Tomris Uyar’ın gördüğü kıyının yerinde yeller
esmektedir. Zeynep Miraç Özkartal’ın sıklıkla yinelediği “kafa karıştırmayı
severdi” cümlesi, bilinen keskin Tomris Uyar zekasının bir örneğidir. Birlikte
yaptıkları derslerde, aynı anda sevilemeyecek yazarlardan, yaşama sanatından,
usül ve tavırdan hatta “sigara içmenin bir haysiyeti var” diyerek yaşam
algısından üstü kapalı söz edecek kadar özgün dünyasını öğrenciye zorlamadan
yansıtmış kaç yazar vardır?
Haydar Ergülen “Yüksek Terzi” adını verdiği
konuşmasında sanırım Tomris Uyar’ın en şiirsel anlatımını yaptı: “Tomris Uyar kadın yazarlar içinde yaşının
da arada olmasına bakmadan sanki böyledir. Karıştırıcıdır, ne karıştırdığını
bilmezsiniz ama varlığı bunun için yeterlidir, doğal lider diyelim, seçimsiz,
tartışmasız, itirazsız ve öyle... O yüzden kadınlarına bakarak anlaşılır bir
dilin güzelliği, bir edebiyatın birikimi, bir hikayenin inceliği ve elbette bir
itirazın sürekliliği, ve yalnızca varolma değil varkalma mücadelesinin,
arzusunun da sarplığı, çetinliği. Kadınlar bunu yapmak için tırnaklarıyla mı tutunuyorlar
hayata? Öyle de olabilir ama, Tomris Uyar güzel akışlı bir nehir gibi, bunu
demiş miydim, öyleyse şimdi yalnızca Tomris Uyar için söylüyorum, uslu, taşkın,
dalgın, hülyalı, kızgın, derin, ama her zaman geçtiği yerlere, topraklara,
ağaçlara, göklere dokunarak hep yüksekten ama hep kıyıdan gitti: Yüksek bir
kıyıdan, iç kıyıdan.” Böyle bir tanımın ardından insan en çok yakından
tanıyamadığına, oturup bir yaz akşamüstü rakısı içemediğine mi yanar; yoksa
yalnızca içinden böyle kadınların geçtiği hayatta hala neden bir şeylerin
değişmediğine mi? Sanırım Haydar Ergülen’in anlatımı bütün soruları aynı anda
sorup yanıt arıyordu. Bu konuşmanın ardından salonda gerçek bir sessizlik
oluştuğunda, geç kalmışlık hissi kendini ele verdi.
Yakın dostu, güncelerinde sıkça adı geçen
Fatih Özgüven, ona dair bambaşka bir dünyanın kapısını araladı. Burada mizahla
hüznün kendi içindeki uyumuna şaşırmamak elde değildir. Aslında bu Tomris
Uyar’ın ta kendisidir ve ancak bu denli yakın bir dostunun dilinden tahlil
edildiğinde yerini bulur. Fatih Özgüven O’nun büyük aşklarından, flörtöz
yanından söz etti. Bu aslında o dönem için bir kadının adıyla yan yana
anılamayacak kadar sert bir tavırdı. Ancak muhalif bir kadınla karşı karşıyaydı
dönem. Çetin çevizdi ve önceden belirlenmiş kurallara papuç bırakmayacak kadar
ustaydı savaşmakta. Konuşmanın başlığı “Tomris Uyar’ın Çapkınlığı” idi. Ama
elbette bunca yakın bir dostun söz edebileceği kadar incelikle dokunmuş bir
Tomris evreniydi dile gelen. Sevilen, seven kadın; bir sanatçının tutku dolu
yaşamsal kavrayışı… Türk şiirinin 4 büyük adamının ortak noktası Tomris Uyar
aşkıydı belki. Ama bu hiçbir zaman şimdinin dünyasında alıştırıldığımız gibi
içerikten yoksun bir yorumlamaya maruz kalmadı. Aksine güzel dostlukların,
dönemin gerçekten sanat ve edebiyat konuşulabilen paylaşımlarının özeti olarak
yer aldı. Fatih Özgüven Tomris Uyar’ın ölümünün ardından yazdığı yazıdaki gibi
kendine has, kimselere benzemez o kadını anlattı.
17
konuşmacının her birinde farklı bir dünyaya dahil edilen izleyici aslında
özünde hep aynı duruşu ve dünya fikrini görebildi. Bu Tomris Uyar dünyasının
doğalıydı zaten. O dingin bir yaşamın ezberlenmiş komutlarına uymaktansa
yitirmek pahasına didişen bir uyumsuzdu. Bunu en çok dostlarının bakışı, onu
yakından tanıyanların anlatımları böyle olanca gerçekliğiyle dillendirebilirdi.
Yaratının günümüz icadı sayılabilecek “kendine dönük ve kapalı” tavrının aksine
bir dönem, kalabalıklar içinde, sokaklarda yaşanan; paylaşılan bir hayat kesiti
olduğu düşüncesini Tomris Uyar ve çağdaşlarından bir kez daha anımsamak adına
böyle bir sempozyum umut verici oldu. Yitirilenin büyüklüğüne rağmen, geride
kalanlarla yola devam edebilmenin en akılcı yolu izlekleri doğru yorumlamaktır.
Tomris Uyar belki de en çok iz bırakan ve bıraktığı bütün izlerden yeni;
yepyeni hayatlar çıkarılabileceğinin öngörmesini yapan yazardı. Sempozyum
sonunda bunun en dokunaklı kanıtını Leyla Erbil verdi. Sahnede, dolu dolu bir
hayatın ve paylaşımların ardından yaşanan o büyük boşluk Leyla Erbil’in yalın
ve derin cümlesinden okunabilir: “Arkadaşımdı”… Yalınlığı yaşamının özü saymış
bir yazarın ardından söylenebilecek en sade ve çok katmanlı ifade buydu belki
de.
AYŞE
SAĞLAM
4 yorum:
Sevgili Ayse ,
yeralti-edebiyati tarzindaki siirimin yayinlanmasi icin izlemem gereken yolu,
tarif edebilir misiniz?
eylul_i@yahoo.com
sevgilerimle
Maral
iyi hem de cok iyi olmani umarak,
mailini bulamadigim icin buraya ekledim affola..
Nilgun kardesligi..
seni çok aradım.eskiden takip ederdim.sonra bıraktım yazmayı, okumayı çok uzun süre.ama ne yaptım ne ettim yeniden buldum bloğunu.aklımda kalan yazdıklarında aratarak.iyi ki de buldum.hala yazdığına çok sevinerek.
(perişte)
nasıl güzel bunları duymak.hep diyorum; yazmadaki itki, sözün bir yerlere değdiğini hissetmek sanırım...teşekkürler.sözcüklerin sonu gelmiyor.yaşamla ilişkili...ve sizi anımsıyorum...hafızadaki yeri daim...merhaba yeniden.
dun guzelim leyla erbil'in ardindan ben de hatirladim "tomris uyar" sempozyumunu.. orada leyla hanimefendinin gozlerini ilk kez gorunce yillar boyu okudugum metinlerinden gecen histen cok daha buyuk, derin bir dostluk duymustum icimde.
cenazesine ne yazik yetisemedim. aksama dogru zincirlikuyu'da ziyaretine gittigimde kimsecikler kalmamisti. morlu beyazli ciceklerle ortulen erbil'in basinda iki kucuk "vapur" vardi. iclerinde tas.. kalbimizde de..
huzurla uyusun.
Yorum Gönder