merkür ve güneş kavuşumu'na
11 Ağustos 2012 Cumartesi
SAATLER VE MERKÜR- kan ve ip II / blood and rope II
merkür ve güneş kavuşumu'na
11 Temmuz 2012 Çarşamba
SONDAN BİR ÖNCE..."kan ve ip"
for you...
30 Mayıs 2012 Çarşamba
AMARGİ DERGİ bahar 2012 24.sayıdan:
TOMRİS UYAR İÇİN BİR “GÜNDÖKÜMÜ”
1 Mayıs 2012 Salı
26 Nisan 2012 Perşembe-Cumhuriyet Kitap HERKESİN BİLDİĞİ SIR DEĞİLDİR.Ayşe Sağlam
Herkesin bildiği sır değildir!
FEMİNİZM, SADECE KADIN ERKEK FARKI DEĞİL
Her defasında ertelenen bir görev gibi algılanan kadın olma meselesinin, en çok kadının kendi düşüne, yoluna ihanetinden doğan bir reddetme olduğunu zaten biliyor muyduk, yoksa bir yerlerde okudukça aklımızda beliren o aydınlanma anı diyebilir miyiz buna? Yazarın özellikle anımsatmak istediği belki de bu aydınlanma anlarının bir şeye dönüşüyor olması, ayrımların altını çizerken yiten vakitte çoktan alınabilecek yollar olduğu... Zaten bu ayrımlar meselesi, yapıp edilemeyenler dökümü, yetersizlikler hafızası nedeniyle üzerinde 'en çok konuşulan' konulardan biri feminizm. Ancak Bora'nın bu kitapla yapmak istediği şey, bu olmamışların kaydı yerine, birbirine dokunanın, başarılanların üzerinde durmak. Zaten kitabın ortaya çıkış fikri de yapılanların, kazanımların hâlâ gözle görülemiyor endişesinden doğmuş. Çünkü bir anlamı kavramayı güçleştiren şey, onun kendi içinde başka anlamlara evrilme, bir diğerini kabul etmeme isteği oluyor çok zaman. Dolayısıyla yazarın 'suya yazı yazmak' diye söz ettiği durum, her şeyin havada asılı kalışına bakarken gözden kaçırılan edinimler. Bu bir başarıyı buran, kişiye yetersizlik hissini bir mecburiyetmiş.esine yükleyendir.
Feminizm-Kendi Arasında, Aksu Bora'nın son altı yılda çeşitli yayınlarda yazdığı yazılardan oluşuyor. Yazılar kendi içinde, 'Feminizm', 'Kadın Temsili', 'Kadınlık ve Tarih' olarak sınıflandırılmış. Elbette konuya feminizmin ve derdinin ne olduğunu söyleyerek başlıyor. Bu bölümde, sınıfsal farklılıklara rağmen, salt cinsiyet paydasında bir ortaklık kurulup kurulamayacağının yanıtını arıyor. 'Farklılıklarımızla birlikte' düşünden yola çıkan feminizm, birlikte hareket etmekte büyük bir tıkanma yaşadığını vurgular yazar. Burada sorgulanması gereken, ezilmeden ve sınırlanmış konulardan ötesidir. Konu bir biçimde 'ihlâl imkânı' nın üzerinden yürütülmelidir. Kimin ne yapıp etmediğinden ziyade, tıkanmanın kaynağını bulup, oradan çözüme gitmenin yolları üzerinde durur: 'Bu başarısızlığın yalnızca feministlere fatura edilmesi haksızlık olur, ancak örgütlenmeye, politika yapma tarzına, kendi üzerine düşünmenin son derece zayıf kalmasına, 'kişisel olanın politikasının'politikanın kişisel bir mesele haline dönüşmesi anlamına gelmesine... bağlamak mümkün.' Bütün bu yanıt arayışlarının kökeninde, feminizmin sadece kadın erkek farkı üzerinden yürütülerek kendine bir hareket olanağı ve ivmesi kazandıracağının yanılgı olduğu saptaması önemlidir. Zira nedenlere yürürken, nedenin itkisi hep meçhul kalır. Ancak Aksu Bora, bu meçhullerin didiklemesini özenle yapıyor. Kendi hikâyesini kurabilen bir feminizmle işin içinden çıkılabileceği vurgusu, feminizmin özünde kendisine hiç benzemeyen hikâyelerle yapılacak dil birliğinden beslenendir.
Feminizm-Kendi Arasında, meseleyi irdelerken özellikle 'feminizm' ve 'kadın hareketi' ayrımı üzerinde duruyor. İçeriğindeki 'kadın' adlandırmasından ötürü bir akrabalık aranamayacağının, bambaşka ideal ve meseleler üzerinden yürüdüklerini belirtiyor. Kadını belirleyenin 'yuva', 'aile' olması, feminizmin uğraştığı meseleye gölge düşürendir. Kadını 'yuvayı yapan dişi kuş', 'evinin kadını' kimliklerinden soyutlamadan bir yere varılamacağı, akılla kuşanmış fikir sahiplerince malumdur. Bu nedenledir ki içinde kadın kelimesinin olmasıyla yetinilemeyeceğini, kelimeler ve vurgularla yetinmenin bağnazlığını defalarca belirtir Bora. Salt yıkıcı bir savunmadan çok yapıcı bir yol, işlevsel olandır. Ancak bunu yaparken yıkılması gerekende tereddüde yer yoktur. Bunun izleğinde 'uyumlu-razı gelen' olmadan, kendi bildiğini söylemekten geri adım atmayacak bir harekete gereksinim vardır. Ezilmeden çok eziliyor olmanın bilgisinden doğan bir hareket aranmalıdır. Eşitsizlik sorununu bir siyasal problem olduğu kabulü, feminizm ve kadın hareketi ayrımının ta kendisidir.
Öte yanda, benzer bir ayrım ya da ister istemez, kendini ayrı tutmaya zorlanmış bir feminizm algısını tartışır: Sosyalizmle feminizmin 'arkadaş kalabilirliği...' Meselelerin kendine dönükmüş gibi algılanmasından doğan, henüz sırası gelmeden konuşmuş bir konu varsayılan feminizmin, kendini ifade etme çabası, birlikte yol alınabileceğine dair durmadan kendini ispatlamak zorunda kalışı: 'Diyeceğim, eğer sosyalizmle yapacağımız şey kendimize bir tür ahlaki güvenlik hattı kurmaksa, gayet riskli bir iş gibi görünüyor. Çünkü o hat epey yukarıda yaşamaya mecbur kılıyor insanı, feministler için gerçekçi olamayacak kadar yüksek!'Ama sosyalizmle ne yapılacağı sorusunun yanıtının güçlüğüne rağmen, sorudan vazgeçmenin de mümkünsüzlüğünü belirtirken, kopamayacak bir bağı yineler. Ne var ki, bu onun diline uyumlanarak yürütülecek bir ilişki olmayacaktır. Özgürlük hareketinin, eninde sonunda bir yankı bulacağından şüphesi yoktur yazarın. Güvenli kıyılarda gezinmekten ve hep aynı söylemi yinelemektense biraz daha derinlerde keşfedilmeyi bekleyene yürümekten yana bir harekettir bu.
EV METAFORU
Kitaba adını veren 'Kendi Arasında', kendi içinde ayrılan feminizm türlerini örnekliyor ki bu, yazarın feminizmin kafa karışıklığına varan farklılaşma süreçlerinin ironisidir. Hangisinin akla yattığını, okuyucu ister istemez bulacaktır. Bu bölümden itibaren, yaşam tarzlarının mesele üzerindeki dolaylı/doğrudan etkisini irdeleyen yazılarla, aslında hep fark edilen ama uygun cümlelere nedense dökülemeyen gerçekler ortaya serilir. Bilmenin, işlevselliğe katkısının olup olmadığı sorusu burada da okuyucunun aklında belirecektir. Aksu Bora'nın üzerinde durduğu bir diğer mesele de 'temsil sorunu'dur. Kadının sadece kadın tarafından temsilinin yetersizliğini savunurken bir anlamın altını da çizer: 'Adını koyalım: Bir toplumsal grup olarak kadınların temsil edilmeleri gerektiği düşüncesi, ancak feminizmle mümkündür. Çünkü cinsiyetin birer kukuya sahip olmaktan fazlasını ifade ettiğini, kadın ya da erkek olmanın toplumsal düzen içindeki yerimizi ve iktidarla ilişkimizi belirlediğini söyleyen düşünce, feminizmdir.'
Kadın olmanın, var oluşuyla yetinemeyecek, ille de emek harcaması gerekliliği feminizmin yola çıkış nedenlerindendir elbette. Bunun ağız birliği edilerek susulan, asla dile getirilmeyen ama her şeyden daha fazla -adeta bir genetik aktarımla- bilinen gerçekliğini sorgular yazar. Kadın olabilmek için varlığını kanıtlayabilmek için harcaması gereken emek. Bunun insanlığı ihlal eden, bir tür yara gibi nesilden nesile taşınan varlığını 'sevginin ve kadın olarak onaylanma arzusunun bedeli, kadınlık yükünü üstlenmektir'de aramak kaçınılmazdır.
Bora, Feminizm-Kendi Arasında'yla soruların nasıl sorulacağını, zamanın nerelerde yittiğini ve aslında kazanımların azımsanmayacak kadar büyük olduğunu anlatıyor. Üstelik yer yer akademik söylemler içerse de üslubu, bir dost konuşmasını, çok tanıdık bir sesin bıraktığı güveni veriyor. Konunun detayı ve elbette kendi içindeki özel diline rağmen rahatlıkla okunabilen; okuru kavram yüklerinin altından dostça çekip çıkaran bir kitap Feminizm-Kendi Arasında. Yakınında dururken bakmaktan kaçılan, yaralarla dolu bir sırrı anlamsızca taşımakta direnen kadınların hikâyesine dönüyor. Bunu yaparken ev metaforunun altını özenle çiziyor. Çünkü aidiyeti ve sahip olmayı belirlediği kadar, güveni de temsil eden bir çabanın ancak güvenli bir evle; dilediğinde çıkıp gidilebilecek bir odayla ilişkisi var. Elbette bu 'kendine ait bir oda'nın kapısının ancak, kendi sözünü söyleyebilen,o çok tanıdık korkulardan arınmış olana açılacağını biliyoruz. Yaşamda kalmak için varlığını durmadan ispatlamak zorunda kalan insanın, nereye giderse gitsin, gittikçe daralan, bir diğerinden hiç farkı olmayan odalara hapsolacağını da. Bora, bu açmaza yürekli kesikler atan kitabıyla, olası çözümlerin ipuçlarını fısıldıyor...
Feminizm-Kendi Arasında/ Aksu Bora / Ayizi Kitap/ 208 s.
8 Mart 2012 Perşembe
KIZ KARDEŞİNİ TANIYOR MUSUN?
amargi dergi kış 2011 23.sayıda yayımlanan yazım
Kız kardeşini tanıyor musun?
…düşler alemine dal
yoksa bir slogan seni de deviriverir
onların kökleridir ağaçlar
ve rüzgar da rüzgardır)
yüreğine güven
denizler tutuşsa da
(ve aşkla yaşa
yıldızlar geri çekilse de)
geçmişi onurlandır
ama geleceği kucakla
(ve dans ederek bu düğünde
unutuver ölümü)
itibar etme bir dünyaya
hain ve kahramanlarla dolu olan
(çünkü tanrı kızları sever
bir de yarını ve toprağı)
e.e cummungis
Peki biz yeterince seviyor muyuz o kızları? En kadın halimizle, ya da yaşamın eril kaosuna uyumlanıp hepten kimliksiz bedenlere dönüştüğümüzde, yanı başımızda bir kız kardeşin soluğu duruyor mu? Onu ötelemeden, çelmelemeden, ya da kendimizi onun elinden düşmeden görebilmek… Sanırım kadın olabilmek, yeterince zorken aynı cümlede bir başka kadının elinden tutmak hepten külfete dönüyor gündelik yaşamın o bitimsiz telaşında. Oysa dünyayı güzelleştirmek, ya da “hayır, kötüye gidiyorsun; dur artık” diyebilmek için var olan sanatın, felsefenin içinde kadınlar hep bir aradalar. Üstelik 21. yy’da sanat özellikle kadınlar açısından söze girebilme cesaretlerini erkeğin hoşgörüsüne ve keyfine teslim olmaktan kurtarıp beslendikleri bir platforma dönüştü. Birikime ve özgüvene dayalı işler sanatın içine yepyeni, dinamik bir dil oluşturdu. Elbette yıllar boyu “öteki olma” halini sanat içinde dibine dek hissettikleri gerçeğiyle sinip köşeye çekilmek yerine, tam da şu anda sonuçlarını görmekte olduğumuz yaratıların zeminini sapasağlam kuran da onlar. Edebiyattan felsefeye, plastik sanatlardan görsel sanatlara kadınların hasır altı edilen bütün cümleleri yüzyılların suskunluğunu; karanlığı delercesine bölmeye başladı. Bunun bir anlamda bir birikimin patlayışı olduğunu söylemek, abartılı olmayacaktır. Yaratının her zaman coşkudan ve iri laflardan ibaret olmadığını; irkilten ve yer yer çok acıtan sanatsal çalışmalarla dillendirmeleri de tesadüf ya da el yordamı bir üslup değil. Baskılanma, ötelenme ve cümledeki yerlerinin hep bir eril güç tarafından belirlenmesiyle yoğrulan; alt metninde genelde bu öznel serüveni içeren çalışmalar elbette gülümsetmeyecekti. İzleyeni bir yanıyla ürperten; çokça düşüncede katmanlaşan bir labirente indiren bu yaratıların kimden dayanak alıp sözünü söylediği de önemlidir. En tekil, öznel çalışmanın içinde bile bir yol arkadaşlığının; kendine(!) tutunma çabasının izleri okunur. Bu genellikle bir başka kadının kardeşliğidir. Kadın, yeterince kendini gerçekleştirdiği anda yanına bir diğerini alır. Ya da tam tersi: bu gerçekleşme uğraşısı gizli/apaçık bir başka kadın bilincinden; hikayesinden beslenendir. Ortaya konan her yaratıyı; söz konusu komünal mantıkla, bir arada gerçekleştirmek yerine; salt bir başkasının kadın olma halinden güç alarak geliştirirler. Acının yerle bir ettiği, yolu bin bir çileyle tıkalı bir başka kadının, yaratmak bir yana kendine dair bir cümle kuracak hali bile olmazken sanatçının tavrı devreye girer. Onu kolundan tutup kaldırmak, “yaranı sahipleniyorum” demek, bu sanatçı üslubunun zemini oluverir. Kız kardeşliktir adı; ya da yol arkadaşlığı… Çok zaman bir adlandırmaya bile gerek yoktur; ortada capcanlı duran yaratı nesnesi hepsinin yerine konuşmaya başlar. Bu, kadınların tarih boyunca geçirdikleri aşamaların, tökezlemelerin kanıtı sayılabilecek yüzlerce ifade biçimine denk düşer. Yani bir kadının diğer kadına tutunuşu ne yenidir, ne de gelecekte son bulacaktır. Zira kendini önceleyen bir birey için sanatsal üslup, değişen algı ve ifade biçimine rağmen zihinsel-ruhsal bir aradalığı korumak zorundadır.
Konunun derinliği, bu yolda varlık gösterenin çokluğu göz önünde bulundurulduğunda sayılabilecek isimler de anlatının kendisi gibi yetersiz kalacaktır. Modern sanatın olanakları sayesinde, uçsuz bucaksız bir tarifler listesi, yol haritaları içinde, kadının hemcinsini kan bağından muaf bir kardeşlik söylemiyle ele aldığını görmek sevindiricidir. Yarasıyla baş başa bırakılanın dünya üzerindeki hükmünün sınırları ürkütse de, buna bazen tek bir cümleyle muhalif durabilen sanatçıların sayısı artmaktadır. Tarihe ilk kadın performans sanatçısı adıyla geçen, Mary Richardson’u, kız kardeşlik söyleminde özel bir yerde değerlendirmek gerekir. Öyle ya da böyle Mary’nin Londra Ulusal Müzesi’nde Suffragette hareketi lideri Emily Pankhurst’a destek vermek için gerçekleştirdiği eylemi bir kız kardeşlik hareketi olarak algılamak nasıl akla yatkınsa, ondan sonraki özgür ifade söylemini sürdüren kadınları bir akrabalık düşüncesine oturtmak da olasıdır. Yalın söylemle “destek” olma halinin cümledeki duygusal karşılığı olabilir pekala. Bir anlamda dahil olduğu wicca öğretisi gereğince önemli bir anlam içeren kız kardeşlik adlandırmasını, Mary Beth Edelson’un sadece kadınlara ait bir galeri kurma çabasında da okumak mümkün.
Özdeki çaba ve amaç korunarak bugün modern sanatın içinde apayrı değerlendirilebilecek bir noktaya erişildi. Bunun yaratı aşamasına eklemlenen yıkıcı meselelerle de bir ilişki içinde olduğuna dair alt metinler, çalışmalar üzerinde bir imzadır. Mary Richardson’un delice bir cesaretle giriştiği çaba, özünde büyük bir akıl ve vefa ilişkisi taşıyordu. Dolayısıyla o zamandan günümüze gerçekleşen değişim sürecinde büyük cesaretle yorumlanan işler azımsansanamaz. Body art’ın sınırlarının zorlanışı (Marina Abromovic, Orlan vs), söylemlerin daha keskin ve sert olduğu kendini malzeme kılarak happening art uygulamaları (Gina Pane, Şükran Moral, vs) ,ironi ve alaysılık içeren enstelasyonlar (Tracy Emin) geçmişten bugüne gelen sürecin kaydı gibidir. Özellikle bahsi geçen sanatçılar uyguladıklarıyla alt metinleri de bir o kadar sert olan çalışmalara imza attılar. Peki adı geçen ve elbette diğer sanatçıların happeninglerinde kadının kadın olma haliyle örtülü bir biçimde birbirlerine tutunduklarından söz edebilir miyiz? Sanatın postmodern süreci dolayısıyla bütün bunlar yoruma açıktır. Beslendikleri kaynak, coğrafya ve tarih içerisinde değerlendirilmelidirler. Ne var ki erkek egemen zihniyete, ayrı ayrı ama aslında bir bütün olarak direndikleri gerçeği, şüpheye yer vermez. İçlerinden Şükran Moral’e çok yakından bildiğimiz bir kaynaktan besleniyor olması dolayısıyla özellikle değinmek istiyorum. Onun performans, video art, fotoğraf çalışmalarında kadının bu coğrafyada hangi aşama ve tedirgin edici gerçekleşme süreçlerinden geçtiği apaçık okunmaktadır. Kolay kolay cesaret edilemeyecek performanslarının yanı sıra fotoğraflarla da ele aldığı çok iyi bildiğimiz kadına yönelik şiddet ve baskılama öyküsünü sertçe dile getirir. Çekincesi yoktur; bu zaten sanatın olmazsa olmazıdır; öte yanda izleyiciyi de çekincelerden soyunmaya zorlar. Tereddütte kalanın kendiyle hesaplaşacağı, çok katmanlı izler bırakır ardında. Dolayısıyla bu yapıtlarda diğer kadınları sahiplenen, kendiyle yol almaya çağıran bir ifade söz konusudur. Bu durum, Mary Richardson’un dönemi için oldukça riskli aktivitesiyle dolaylı bir ilişkisi olduğu varsayımına dayanabilir. Ne var ki sanatçının çalışmalarından irkilenler sadece erkekler değil; hemcinsleridir aynı zamanda. Görsel ve işitsel algıya doğrudan dokunan bu çalışmalara tanıklık eden kimi kadınlar, yüzleştikleri şeyin kendi gerçekleri olduğunu kabul etmek yerine tedirgin olurlar. Bu da yazgısını kız kardeşinden muaf tutan, apaçık ondan korkan; hatta gerektiğinde onu yaralayan bir ihanetin resmidir. Kadın söz söylemeye başladığında kız kardeşleri adına konuşan; ama ilk ve belki de en acı eleştiriyi yine ondan almaya razıdır. Bu bir yazgının mirasıdır, şiirdeki Tanrının sevdiği kızlar birbirlerini sevmekte çekincelidir çok zaman. Buna rağmen yaratının, düşünsel aktivitenin kendini gerçekleştirme çabası uslanmaz bir cesaretle daima yeni formlar eşliğinde var olmaya devam ediyor. Şükran Moral’ın korkuyla gölgelenmesine izin vermediği sert hikayeleri, kendi kız kardeşlerinin dile getiremediği bir köşe kapmacayı anıştırması bundandır. Tanrı kızları sever; ya diğer kızlar?
Bütün bunların üzerine, kavramsal sanatın karmaşık koridorlarından çıkıp tuvale, boyayla ve ışıkla düşen bir anlatıma bakalım: Zerrin Tekindor’ un “iki kız kardeş” isimli çalışmasında bütün bu süreci irdeleyen bir yalın ve dokunaklı bir tasvir ortaya çıkar. Sanatçının resimlerindeki yaşayan diğer bütün kadınları gibi capcanlı durur iki kız kardeş. Biri diğerinin önünde durup kollarını açar ve geride kalanı kollar. Kavramsal olarak yıllardır ifade edilmeye çalışılan durum, Tekindor’un renkleri içinde ete kemiğe bürünmüştür. Kız kardeşliğin, bir diğerini “her koşulda” sahiplenmesine dair çok dokunaklı bir resimdir bu. Sanatın, diğer söylemlere görece üstün gelişi bundandır. Göz gördüğünü inkar edemez. Sözcükleri unutup, konuşmaları yok sayanın, gözleriyle gördüğü şey aklında mutlaka bir iz bırakır. Bütün sanatsal sunumlarda yapılan şey budur ve ne denli zorlayıcı, irkiltici de olsa derdini bir yerlere kazımayı başarır.
AYŞE SAĞLAM
düş zaman peşime
sadece ikisi kaldı hayatta.bu fotoğraftan kalan;soluk almayı beceren iki kişi.diğerlerinin terkine inat,yaşamda direten iki kişi.hangileri ölüme bakıyor...hangileri hayatta diretiyor...hangileri yas bıraktı hangileri acı parçalarını süpürür hala...
her şey

onlarsız yaşanmıyor...sanal beyinlilere,sokakarası uyuşuklarına,vakitsiz yığınlara inat hem de
zaman ki sonsuzdur

yaşamım boyunca içimi kemirttiniz.evlerinizle.okullarınızla.iş yerlerinizle.özel ya da resmi kuruluşlarınızla içimi kemirttiniz. ölmek istedim dirilttiniz.YAZI YAZMAK İSTEDİM AÇ KALIRSIN DEDİNİZ.aç kalmayı denedim serum verdiniz.DELİRDİM.Kafama elektrik verdiniz.ben bütün bunların dışındayım.
sylvia plath çizgisi

kalbimin sızısı...hiçbir şeye benzemeyen.herkesten kıskanır gibi sevdiğim...
tezer&deniz

tomris uyar...inceliklim,açık sözlüm,erken yitenim

Yoz bir toplum düzeninde yaşamaktan usanıp yaşamlarına son verenlere, üstlerine gaz döküp kendini yakanlara, hasta gözüyle bakıyoruz. Onları ruh hastası saymakla, insanın insanca yaşamak hakkına, insan olarak yaşayamıyorsa, yaşamı dışlama hakkına tepeden bakıyoruz. İnsan yaşadığı toplumdan utanç duyduğu için pekala canına kıyabilir, inanıyorum buna. Böyle önemli bir kararın arifesinde, öteki kararlardaki bocalamalara da yer yoktur üstelik: kaldırım kirlense de olur, banyo kanlansa da, çocuklar korksa da, dostlar üzülse de. Bu tür incelikler, kaygılar çok geride kalmıştır.
deniz bilgin

sessizce yittin; sesini duyan????
FURÛĞ-İ FERRUHZÂD

"Tüm varlığım benim, karanlık bir ayettir seni kendinde tekrarlayarak çiçeklenmenin ve yeşermenin sonsuz seherine götürecek" ne çok var yitenlerden..ne de güzeldin.ne büyük sözleri fısıldadın gecenin kulağına.duymamanın hazzına kapılmış lal kalabalıklar arasında elbet var ışığını koklaya koklaya izinden gelen birileri
.....

ZELDA NİLGÜN MARMARA nil'de gün ansızın battı.k.İ

ey iki adımlık yer küre!senin bütün arkabahçelerini gördüm ben
selçuk baran

haziran'dır,Arjantin tangoları'dır..kimselerin adını zikretmeyip hayata küstürdüğü sözcüklerin en güzel ustasıdır.erken çekip gidenlerdendir.az kaldı bitiyor derken bir bir önünde ölüm penceresi açılmıştır..sevdiğimiz ne kaldı...kim ellerimizi tutacak korkudan buz kestiğinde.kitapları basılmaz,sahaflar o "adam"ı tanımıyorum der...kim, peki kimin vicdanı sızlar?

Die Verwandlung