Bazı
kadınlara, en çok da annemin güzel hatırasına...
Boşluklar açılacaktı. Etrafında dönülecek, suskuya asla yer vermeyecek bir telaş içinde büyüyüp duracaktı. Kimse görmesin istedi kadın. Boşlukta
eriyip gittiği bilinmesin... Gördüler; kem,
acımasız gözleri o kadar büyüktü ki, akıldan hiç çıkmayacak ve onları oldukları
yerde o boşluğa
hapsedecek bakışlar yağdı üzerlerine. Kaçabilmek için inkarlara ihtiyaç vardı. Binlerce yıllık, toprak altlarından fışkıran o inkarlara tutundular.
Yalvarmalar, son bir kaçış ihtimali uğrunaydı. İşe yaramadı. Olduğu
yerde, gürültüler içinde açılan boşluğun
yarasına
hapsoldu. Kadınlar gelip geçtiler, yüzleri apaçık ama gerilerinde binlerce
hayattan çalınmış,tutsaklığına tutkun kadınlar... Kadınlar birbirlerini
tanırlardı ama ilk önce unutacakları yine aynı yüzlerdi; kendilerine,
analarına, çocuklarına benzeyen kadın yüzleri... Kadınlar ilençlerini yağdırdılar duvarlardan. Kan sızdı boşluklara
doldu. Geriye sözlerden
ve bilinen her şeyden çok daha ötede, yüzyıllar geçse
yerinden oynatılamayacak bir iz kaldı. Yaraya benzeyen, yaradan daha çok acıtan
ama aslında yerine en çok yakışan. Ona kadın dediler, bir ölümlünün kaburgasından bedeni,etinden kopmuş
eti. Sen kadınsın. İçine ne kadar bakarsan o kadar kendininsin.