29 Eylül 2013 Pazar

AMARGİ DERGİ YAZ 2013 SAYI: 20 ZORLA GÜZELLİK DOSYASInda yaymlanan yazım: “BEN GÜZELE GÜZEL DEMEM GÜZEL BENİM OLMADIKÇA”





“BEN GÜZELE GÜZEL DEMEM GÜZEL BENİM OLMADIKÇA”
Entelijansiyada ataerkil zorbaların güzellikle imtihanı...
  Bazen kavramlar, içi çoktan boşaltılmış; neredeyse yerinde yeller esen kimi duygulanımları nitelemekte yetersiz kalıyor. Biri sana hikayeni yanına al, kavramını da doğruca yerine iliştir ve yapabiliyorsan anlat dediğinde o duygular zamana tutsak birer hayalet gibi gezinmeye başlar. Ama üzerinden zaman geçmiş yaşanmışlıklar, ne kadar renkli kurgularla beslenseler de hep biraz eksik kalacaklar. Hal böyleyken zorlanmış güzelliğin hikayesi olur mu?
  Bu ülkede sanatla uğraşan kadınların “sanatlarının güzelliğinin”zorlandığı doğrudur. Ve o taraklarda bezi olan bilir ki, hep o birilerinin(!) dediği gibi: güzellikle olmazsa, zorla olur!
  Hikayeler değişir, hayat durmaksızın dönüşür ama kavramın imlediği o “şey”in varlık gerekçesi ve itki kaynağı hiç değişmediği için dillendirilmek isteneni herkes ortak bir suskunun gölgesinde bölüşerek bilir. Zorlamanın kaynağındaki istenç dışı o gücün ardında “olmayacak olanı isteme” hali beslenir durur.  O yüzden zorla güzellik olmaz diye dile pelesenk olmuş o atasözünün neredeyse karşılığı yoktur. O güzellik bir şekilde, birileri için eninde sonunda “olacak olan”dır. Çünkü şuursuz bir çoğunluk için, güzellik zorla ele geçirildiğinde tadından yenmeyen o kutsal emanetin ta kendisidir.


  Dünyanın herhangi bir yerinde nasıl yürür, neyle beslenir bilemem ancak, bu ülkede sanatla uğraşan, yazan çizen kadın için “zorla” dan kasıt, pek çok kez “olacak olan” a dirençle ilintili bir konu. Bunun ne demeye vardığını da derin bir nefes ve farkındalık, kendiliğinden anlatacaktır. Dayatmanın herhangi bir türünde, eğer belli bir taciz imlemesi yoksa, razı gelişe varan bir pasifleşme, geri çekilme kımıldanır. Üstelik bu coğrafyada sanatla uğraşmanın, “rahat ve açık fikirli” olmaya uzanan bir algısı varken, dayatmanın herhangi bir kılıklanmış halinde o rahatlığın maskelediği “geri kafalı” olma yargısıyla sonsuz vahada tutsaklık kaçınılmaz bir paradoks gibi sessizce vaktini bekler. Ülkedeki kabullerin, söz konusu sanatsa, ne kadar feodal olursa olsun, kapısı ansızın ardına dek açılan bir dünyayla sınırlı olduğunu söylemek asla abartılı olmayacaktır. Üstelik patriarkal ahlakçı kalıpları biçimleyenin de, onu kendi belirlediği sınırlar ve özgürlükler dahilinde yorumlayanın da erkekler üzerinden gidiyor oluşu elbette tesadüf sayılamaz. Zaten baskılama ve kontrol altında tutma aşamasından, aniden sınırsız özgürlükler arenasında esrik bir coşkuyla kendini yitirmeye(!) eğilimli bir algının yürürlüğünde, kadına şimdilik edilgenlikten muaf bir yerde rastlamak mümkün olmayacaktır. Kapılarını kendi istediği zaman dış dünyaya kapatan,yine kendi istediğinde bir başkasının özgürlüğünü mağduriyete çevirme pahasına sonuna dek açan zihniyet(erkek zihniyeti) karşısında edilgen konumundaki kadın, hareket alanı ölçeğinde özgürdür. Kurban demek riskli, abartılı ve yüksek perdeden bir tanım gibi gözükse de gelenekçi toplum yapısı içinde, mesleği ne olursa olsun “zaman zaman” kadının bu konumda olduğu görülür. Mesleğin belirlediği veya kişiye atfettiği kimlik yapısı içinde de “sanatçı” kadına edilgenlik veya kurban olma hali yakıştırılamaz. Aksine eğer işin içinde sanat varsa, sanatçı kadın her şeyi yapabilecek, hiçbir şeyi asla ayıp veya tuhaf bulmayacak kişi olarak kabullerde yerini alacaktır. Bunun aksini ifade eden en ufak tutum karşısında kınanma, hafifsenme, ciddiye alınmama hatta sanatının sorgulanması gibi dolaylı ve gölgeli yaptırımlarla karşılaşmayı da göze alacak kişi, sözünü ettiğimiz “sanatçı/özgür kadın”dır. Ya değilse? Sanatın söz söyleme biçimi ne olursa olsun kadın sonsuz özgürlükler dünyasının içinde yine erkeğin belirlediği o “her yola gelme” halinin yakınından bile geçmiyorsa... İşte orada sonuna dek zorlanmış güzelliğin; güzellik nitelemesinden çıkıp “zorla”mayla birlikte olumsuz çağrışımın kıyısında dolanan kadının, karşısındaki kişiyi ne kadar öfkelendirdiği, nereye kadar “direnç” göstereceği önemlidir. Evet, işin içinde bir de direnç gösterme söz konusudur; “direniyorsa,aslında istiyordur!” algısının hastalıklı koridorlarında gezinmeye başlar ve bu koridorun ne kadarı labirent, ne kadarı dipsiz, leş kokan bir dehliz, ne kadarı özgürleşmeye giden bir yolculuk, hiçbir zaman tam olarak bilinemez. Ama işin içinde zorlanmış bir güzellik algısı, sanatın güzellemesinden çoktan sıyrılmış; etin güzelliğine varmıştır.  Buraya kadar sözü edilen, “bir yerden tanıdık geliyor” olabilir. Elbette genellemelerin ürkünçlüğü, kurunun yanında yaş da yanar’a varan bir kafa karışıklığına kadar gidecektir. Yine de epey erişkin, sıkça dillendirdiği bir “nüfuz”a sahip erkeğin, sanatına aşık(!) olduğu genç sanatçı kadının hikayesini yazarken, ya da ona üretim yapabileceği arenayı sunarken, sanatından ziyade ruhuna; yok aslında bedenine aşık oluvermesi ama zorladığı güzelliğin altından muazzam direnç çıkınca bütün o kavramsal kutsaniyeti bir anda yıkması, kendisine dik dik bakıldığında topunu alıp kendi bahçesine kaçmasıyla sonuçlanmayan bir oyunun da ta kendisidir. Kurallarının kim tarafından belirlendiği çoktan belli ancak direncin zerresi karşısında sonu herhangi bir kazananla bitmeyen “güzellikle olmazsa zorla olur” aymazlığından kaynak bulan bir oyun söz konusudur burada. Kalem erbabı “üstat”(!)ların “hakkında öyle bir eleştiri yazarım ki ya varolur göklere çıkarsın/ya da bir daha buralarda tutunamazsın” şeklinde örtülü gönül koymasından,  büyük Art’istin kendine yar edemediği çaylağı “buralarda ekmek bize kadar var, sana hiç kalmadı” tavrına, sanatıyla dünyayı değiştireceğini savlarken ansızın bir akıl hummasına tutulup “ya benimsin ya kara toprağın”a dönüşen yarı ilenmeli epey geniş skalada bir “yaratıcılıkla” donanmış entellektüel erk(!), kendini bilmezlik aşamasında çocukluğuna, belki de o karşısında olduğu patriarkal faşizan yapının kollarına sığınacaktır. Yazar kalemini, ressam fırçasını, yontucu aletlerini, sinemacı kamerasını, gazeteci köşesini parlatıp ortaya koyar. Ya hep ya hiçin artistik dilidir bu; anlaşılması zaman alır. Binbir güçlükle edinildiği savlanan bu başarıların nasıl olup da ansızın birer silaha dönüştüğünü kavramak için akıl dışı bir empatiye gereksinim vardır. Zaten öylesi bir empati, tam da bu noktada vicdan ve feda arasındaki ikileme dolanır. Kan ve gözyaşıyla, alın teriyle kurgulanmış o özyaşam öyküleri bir anda eline geçirdiği malzemeyle karşısındakini köşeye sıkıştıran bir palavra özetine dönüşmüştür. Ahlaki kıstırılmanın son noktası, zorladığı şeyin elinde kalmasıyla korku, reddetme ve yok sayma nöbetleriyle kendini ara ara ele verse de, hayata hiçbir şey olmamış gibi –kaldığı yerden- devam edecektir. Buradaki ahlaksal eleştiri yaş farkı, şahısların kendi özel yaşamlarında, ailelerinde (ailenin ne olursa olsun kutsallığı) örtülü ahlakçı bir tutum –koruma,sahip çıkma şeklinde- sergiliyor olmalarından ziyade, zorlamanın doğasında devinen o ürkütme ve taciz, etken figürü edilgen üzerinde bir “yok eden” ve sindiren otoriteye dönüştüren mekanizmalar olarak işler. Bu coğrafyadaki sanat algısının henüz hiçbir biçimde oturmadığı göz önünde bulundurulursa, o sözü edilen “buralarda sana ekmek yok” savlamasıyla yılıp caymak çok da acaipsenemez. Sanat eğitimi almış kadınların bu eğitim ve donanımı daha minimal arenada, kimselere sezdirmeden sürdürenler; tamamen hikayeden uzaklaşıp sanat konusu geçince içleniverenlerler, ya da eğer olanakları varsa ateşin üstüne koşar adım ve daha büyük yangınlar çıkarmayı göze alarak gidebilenler olarak belli kategorilerde yaşam bulması çok da yabancı örnekler olmayacaktır.   
  Gerçekten nitelikli olanın anlaşılması için eskpertiz sanat izleyicisi bile henüz oluşmamışken, sanat yaparak yaşamda kalmak başka bir hikayenin oldukça uzun konusudur. Sanat estetik bir duyuşla, görsel/işitsel bir haz odağına yöneldiğinden, sanatın gerisindeki uygulayıcı da en basit çağrışımla haz ve arzu üzerinden bir kavrayışa salt varolmasıyla bile temas eder. Sanatsal, kültürel belleği hiç varolmamış, artistik hafızası oldukça yetersiz toplumlarda, sanat uygulayıcısının bedensel kimliği yaratısının önüne geçtiğinden öncelik ne yaptığından ziyade, nasıl yaptığı olacaktır. Dolayısıyla yaratım süreçlerinden üreterek, üretime tanıklık ederek, onu  yücelterek ya da yererek geçmiş yol açıcı erkekler, usta çırak ilişkisinin merkezinde kendilerini anıştıran erkekler yetiştirerek ya da kendilerine yarenlik edecek ve hep hayran kalacak kadınlar koyarak durmayı sürdürürler. Bu devamlılığın kökeninde bir yer tutma hali de söz konusudur. Dolayısıyla bir devir teslim gerçekleşeceği zaman bile bu kişi, bileğinin gücüne inanılan ya da “duyguları asla işini baltalamayan” bir başka erkek olacaktır. Güzelliğinin sonuna dek zorlandığı, ya da güzelin kendi içinde durmaksızın kavramsal kayıp yaşadığı kadın dayanıklılığı ise bu gibi süreçlerde elenen, zayıflığıyla(!) kaybeden ve kurtlar sofrasındaki kurban olarak hafızalardan uzak tutulur. Tarihin buraya özgü olmayan hafızasında sanatçı kadının, salt cinsiyet kabulleri üzerinden yok sayıldığı göz önünde bulundurulunca bu, yaptırımların kendine bulduğu dayanağı kuvvetlendirir. Kadın sanatçı, malzemesi ve yaratı evreninin sınırları elverdiğince varlığını sürdürebilecek, kendisinden isteneneni güzellikle vermezse, elinden zorla alınana razı gelecektir. Bu sürecin kırılması için oldukça uzun bir direnç sürecine ve umuda gereksinim olduğu açık; ancak “zorla güzellik olur mu” sorusunun daha sık sorulması ve yanıtın sorudaki vurguya istinaden olumsuza epey yakın olacağının göze alınması gerekir. Zorla olur, güzellikle olmazsa zorla olur!

16 Eylül 2013 Pazartesi

AMARGİ FEMİNİST DERGİ SAYI:28 BAHAR 2013 te yayımlanan yazım





 BİR VARMIŞ HİÇ YOKMUŞ: POPÜLER KÜLTÜR
  Birbirinden farklı hayatlardan geçen, başka yollara savrulmuş; zamanın bir yerinde benzer yollardan geçmiş ya da birbirinin yoluna ters ters bakmış kadınlarla konuşsam, onlara popüler kültür size ne  yaptı desem? Alacağım cevapları bildiğimi zannederek, soruları soracağım kadınları belirledim. Ama herbiri beni ters köşeye yatırdı. Konu popüler kültür olunca; sorunun değeceği yerde de kaya gibi güçlü kadınlar duruyorsa her şey beklenmedik bir hikayeye dönüşebiliyor. Ben bu hikayeden yeni algılar yaratmak peşine düştüm, onlar kendi dillerince ve olanca açıklıklarıyla yanıtladılar.  Farklı dillerde aynı şeyden yakınacaklar, ya da yüceltecekler diye beklerken daha önce akla gelmemiş yollardan söz ettiler. Hikayelerine çok ilişmeden, kimisinin adını bende gizli tutarak popüler kültür ve kadın ilişkisini kendimce kendi kadınlarımla sorguladım:
Sel Batum -28- Bekar- Sosyolog- işsiz
Sosyolog olarak popüler kültürden sen ne anlıyorsun, bilimsel algının dışından bakabilir misin?
 Çoğunlukla “dışarıda” soluduğum dolayısıyla kendi kendime bir “kurtarılmış/korunaklı alan” yaratmamı gerektirmiş gibi bir ifadesi var bende. O kurtarılmış alan her ne kadar maruz kalınana karşı kurulmuş bir alan olsa da onun hiçbir zaman yeterince “kurtarılmış” olamayacağının farkındayım.. Maruz kalmamak da “kurtarılmış alanların” mücadele alanlarına dönüşümüyle mümkün zira popüler kültürün en önemli işlevi mevcut patriyarkayı iletim ve dağıtım gücüdür. 
Bunun neresine kadar sokuluyorsun ya da senin dünyan ne kadarını hariçte bırakıyor?
  Devlet politikalarını da her birimiz her gün deneyimliyoruz. Ben kendi adıma bundan hoşlanmıyorum ve dışında kalmak istiyorum mesela. Ama bunun dışında kalmak için tv yi açmamam yeterli olmuyor, evden çıkıp yürümeye başladığım andan itibaren de zaten içinde oluyorum.
  Popüler kültür kötücül bir şey mi?
 İşlev olarak evet. İlettiğinin de anlamını (eğer bir anlamı varsa) parçalayor onu özetliyor, ikonlaştırıyor vs. Bu da hem daha etkili olmasına hem de daha çok hiç bir şey söylememsine yarıyor.
 Kadın ve toplum açısından baktığında,popüler kültür erkeğin(erkin) işine gelen midir,yoksa kadını yer yer kapalı kapılar ardından çıkarandır der misin?
 Sorduğun şekliyle, erkeğin işine gelendir diyeyim. Kadının popüler kültürle pratiği de üzerindeki toplumsal rolle, kadına düşen vatandışlık görevleriyle vs ilişkili. Bu da demek oluyor ki popüler kültür eşittir hakim kültür olmasa da popüler kültür hakim kültürün güdümünde ve öyle de olmak zorunda. Hakim kültürde kadının yeri mutfaksa örneğin popüler kültürün en sevdiği aracında yani reklamında da mutfakta kadın olacaktır. Mutfaktaki “eş” kadın yemeği yaparken aynı zamanda “anne” kadın olduğundan yanında bir de ufak çocuk belirecektir. Reklam böylece hakim kültür hakkında bize gerekli argumanı verecektir. Mutfağa kadın yerine erkeği koyduğunda hele ki mutfakta yemek yapan “baba” erkeği koyduğunda bu hem markanın “modern” imajını resimleyecektir hem de onu izleyen kadınlar için “lütfetmiş” olacaktır. Birinde gerçeği ortaya koyarken diğerinde fanteziyi ortaya koymuş olacak ama her halükarda hakim kültürün içinde kalacaktır.
 Psikolojik gelgitlerin moda olduğu ve herkesin kendice bir hastalığı sahiplendiği bir çağdayız,meraktayım,popüler kültür gazı mıdır bu?
 Ben açıkçası “sağlıklı” olmak nedir bilemiyorum. Ben kendimi çok sağlıklı ve toplumu çok hasta hissedebilirim ve buna seni de ikna edebilirim öte yandan ben toplumu normlarından ayrı değerlendiremeyebilir diğer insanları “doğru” yani sağlıklı bulabilir kendimi ötelenmişliğimle çok hasta hissedebilirim. Bana sorarsan bunun ikisi de yanlış olur. Ama mesele şu noktayla sonlanabilir belki, yaşadığım dünyadan memnun değilim. Herhangi iki kişi arasında kurulan ilişkiden de pek çok sebepten memnun değilim. Ve nasıl bir dünyada yaşamak istediğimi biliyorum. Eğer konu buysa toplum hasta diyerek işin içinden çıkabilirim. Ama bu da eğer içinde mücadele barındırmıyorsa ki pek çoğumuzunki çoğunlukla barındırmıyor, yine popüler kültüre hizmet etmiş olurum. O söylem onun malzemesi olur.. Bayağı da sever
Alona Shishmintseva (25) ( Rusya doğumlu 9 yaşından beri Türkiye’de yaşıyor.) Marmara Üniversitesi Sinema-Tv öğrencisi
Alona, sinema popüler kültürle en fazla dirsek teması kuran sanat dalı. Sen bu temasın neresinde durmayı tercih edeceksin?
   Sinema, popüler kültürle bir arada harmanlanan iletişim araçlarından biri. Aktarmaya, anlatmaya, paylaşmaya ya da haykırmaya elverişli ancak popüler kültürle çok fazla karıştığı zaman ses tonunun(!) bir tık geriden gelmeye başlayacağını ve yeterli rahatlıkta bağıramayacağını düşünüyorum. Çünkü o sesi popüler kültürle paralel çıkarman gerekecek; halbuki ben dilediğim gibi çığlığımı atmayı tercih ederim.  O yüzden kenarından köşesinden seyirci kalmayı yeğliyorum sanırım.
  Popüler kültür sana neyi çağrıştırıyor? Alternatif kültürler ve pop kültür arasında kıyasa girersen, şöyle kesin bir yerdeyim diyebilir misin?
  Toplum isteyerek yada istemeyerek bir şekilde hayatın içine giren, bazen zorla benimsetilen ve sevdirilmeye çalışılan; aynı zamanda da bunu gerçekleştirebilen, modern (!) - olarak tanımlanan ancak modernizmle hiç bir alakası olmayan koca bir endüstridir. Alternatif kültür popüler kültüre göre daha ılımlı gibi;  ancak fazla isyankar sanırım bana göre. İkisini de reddetsem?
  Rusya popüler kültüre karşı direnebilmiş, bambaşka bir kültür evreni yaratmış bir ülke. Sen bu sert duruşa dair neler söyleyebilirsin? Popüler kültür kapitalizm olmadan varolamaz. Rusyada yavaş yavaş da olsa popüler kültür varlık gösterebiliyor mu? Türkiye ve Rusya’yı bu açıdan kısaca bir kıyaslar mısın?
  Eskidendi o sert duruşlar. Şimdi yerine kapitalizmin içinde boğulmuş, bütün değerlerinin,geçmişin,direnişin yok olduğu bir ülke duruyor karşımızda. Burjuvazilerin ayak takımının kusmuklarını ve onların popüler kültürde boğuluşunu seyrediyoruz. Ne yazık ki Türkiye için de durum pek farklı değil.
Çizgisiz Defter 30 (Berlin’de yaşıyor) Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Heykel Bölümü mezunu
Popüler kültür denince sende ilk uyananlar nedir?
 Popüler kültürün ne oldugunu anlamak icin öncelikle kelimenin kökenine bakabiliriz.Popüler kelimesi public/pueblo dan gelir.Türkçe’ye halktan, halka ait olan olarak da çevirebiliriz. Bu bağlamda entelektüeller tarafindan genelde negatif anlamda kullanılarak, philistinizme gönderme yapar. Anti-entelektüel bulunur.Örnegin;John Lennon da popüler kültüre ait bir örnek olarak verilebilir ama bu onun müziğinin kalitesini etkilemez.O yüzden popülerin bendeki anlami herzaman negatif degildir.Popüler kültürü, çabucak üreten ve tüketen bir kitlenin hızlandırılmış ihtiyaçlarinin motoriği olarak da algılayabiliriz ve bu daima kalitesizliğe yada niteliksizliğe işaret etmeyebilir.
 Almanya’dan Türkiye’ye baktığında buralı bir kadın sanatçı olarak, buradaki popüler kültür algısını nasıl yorumluyorsun?
   Popüler kültürü terazinin bir tarafına, elitizmi ise diger tarafa koyabiliriz.Almanya’da entellektüeller (ki buna yalnizca okur-yazarlar degil,doktorlar,mühendisler de dahil) içinde elitist yaklaşımlarda en az popüler kültür kadar eleştirilir. Türkiye üç darbe yaşamış, tüm sosyal ve siyasi örgütlenmesi travmaya uğramış bir ülke olarak, esasında her alanda farklı bir değişime maruz kalmış durumda.Örneğin Almanya’da en çok satan kitaplar polisiye romanlar ve bestsellerlar. Bu anlamda Türkiye edebiyat ortamı tüm zorluklarına rağmen müthiş zengin. Türkiye’de popüler kültür diğer ülkelere oranla abartı bir durumda değil. Fakat popüler kültür denirken kastedilen nedir bunu bilmek gerek. Görsel,yazinsal yada sahne sanatları bakımından çok farklı düzlemlerde ele alınabilir popüler sanat meselesi. Çizgi Romanlar yada bugünkü yaygınlaşan adıyla grafik romanlar, daha düne kadar “yüksek sanat” örneği olarak kabul edilmezken bugün 9. sanat olarak literatürdeki yerini aldı. Bu tür yayınlar içerik bakımından anti-akademik bir boyut taşır. Çünkü fikri idealize etmeden en yalın ve basit haliyle anlatma derdindedir. Bu bakimdan popülerdir ama pop sanat degildir.
 Güzel sanatlar fakültesinde okurken popüler kültür meselesi sadece pop sanatla geçiştirilen bir konu muydu yoksa içimize dışımıza buram buram yayılan elle tutulur gerçeğimiz mi?
  Plastik sanat bağlamında bizde pop sanat örneği yoktur.Uluslararası düzlemde güney ülkeleri henüz sanatla zanaat arasındaki ayımı net bir şekilde çizmediğinden sanat ürünü kabul edilen işlerin çoğu zanaatsal ağırlık taşır. Emek gücünün pahalı  ve düşünce üretiminin değerli olduğu endüstri ülkelerinde pop sanat örnekleri yoğundur. Seri üretime dönük, hazır malzemenin sık sık kullanıldığı ve teorik arka planının daha ön planda olduğu işlerdir bunlar.
 Popüler kültüre bulaşmadan sanat yapmak,sanatçı olmak mümkün müdür?
 Popüler kültür kategorisine koyabilecegimiz tüm üretim bicimlerinin yada imgelerin temel noktasi basarinin degeri belirlemesi, hiz, tüketim, gelip gecici yani moda/trendi olma halidir.Bugün günümüz sanat ortami klasik malzemeyi kullanan her işi geleneksel, hazır malzemeyi kullanan her işi ise çağdaş kabul etmektedir. Sergilerin bir elin beş parmağını geçmeyen isimlerle “işgal edildiği” sanat ortamında, grafikleşen ve birbirine cok benzeyen bir üretim biçimlerinin hakim olduğunu düşünüyorum.Popüler kültür icinde yeralmadan, üretim yapmış tarihte ve günümüzde birçok sanatçı vardır ve olacaktır. Bunun en güzel örneği ölümüne az kala iade-i itibar edilen Louise Bourgeois dir.(Doris Lessing)
 Bulaşmak demişken sence pop kültür umacı mıdır?
 Entelektüel bir bağnazlıkta bazen umacı olabilmektedir

Çiğdem Şimşek Çakmak -35- Evli-  Büro Yönetimi mezunu- Şimdilik Ev Hanımı/ Eda Çakmak -11- 5. Sınıf öğrencisi
Popüler kültür’den ne anlıyorsun Çiğdem?
Tüketim endüstrisini, kültürünü anlıyorum yalnızca. Olumlu bir konu gibi gelmiyor bana. İnsanları, özellikle de çocukları ezberci, içi boşaltılmış, otomatik tepkiler veren, sorgulamayan tüketime yönelik makinelere dönüştürüyor. Kalitenin ve kaliteli olanın yitimi anlamına geliyor.
 Çocuk yetiştirmek büyük bir savaşımın içinde olmakla koşut gibi bazen. Sen Eda’yı yetiştirirken bu ötelediğin pop kültürle ilişkiyi nasıl dengeliyorsun?
 Çok fazla sakınamıyorum. Arkadaş, okul ortamı, Tv bu sakınma haline ket vuruyor. Sadece şuna dikkat ediyorum: körü körüne sevdiği bir popüler kültür nesnesini sorgulattırıyorum. Mantığıyla bunun doğruluğunu keşfetmesi için kendimce yöntemler geliştirdim. Kıyas yapmayı, değerli olanı anlamasını ancak bu yolla sağlayabiliyorum.
  Sen kız çocuk sahibisin ama bir kıyas yapabilirsin: Kız çocuk mu yoksa erkek çocuk mu daha fazla etkileniyor popüler kültürden?
  Erkek çocuk özne, kız çocuk nesne olmaya yönlendiriliyor. Etken edilgen hali gibi düşünülebilir. Ama ben metalaşmaya kız çocuğun pop kültürün en alt basamağından, tv ve iletişim araçlarından başladığını düşünüyorum.
 Eda okulda, sokakta arkadaşlarınla nasıl oyunlar oynuyorsunuz?
Muhteşem Yüzyıl oynuyoruz.
(burada uzun bir es!!) 
Neden seviyorsunuz bu diziyi?
Kıyafetler yüzünden. Ayrıca entrikalar var. Hem herkes izliyor ve ben izlemediğimde arkadaşlarımla konuşacak bir şeyim olmuyor.
Entrikanın anlamını biliyor musun? Hayatında entrika ister miydin?
Çok isterdim. (entrikanın anlamını bilmiyor. Bu noktada annesi devreye giriyor ve bu dizinin yayınlandığı saatlerde büyük bir savaş verdiklerini itiraf ediyor.
Çiğdem: Dizilerdeki renklerin hiç azalmayışının, normal hayatın da böyle olduğu sanısını çocuk zihninde kuvvetlendiriyor. Arkadaşları tarafından dışlanmamak, kabul görmek, oynanan oyunlarda hariçte kalmamak için bu dizileri izliyor çocuklar.  Çocuğun pop kültürü ve onun kendisine neler yaptığını anlaması için zaman algısına gereksinim var. Aile bu noktada onu kollayabilir, zaman algısına kendi kabullerince minimum müdahale edebilirse sistemin parçası olmaktan kurtulabilir.

Mine Bir (24) Işık Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Görsel Sanatlar, Heykel bölümü mezunu. işsiz
Mine Bir, siz sanatın ta içinde yer alırken popüler kültür size ne kadar sokulabildi?
Popüler kültürün tam olarak içinde yaşıyorum diyebilirim, hepimiz yaşıyoruz. Çoğu zaman izlediğim filmler veya internet üzerinden okuduğum makalelerden çok etkilenip yapacağım işlerin araştırmasını buna göre hazırlıyorum. Popüler kültürle kendimi ayırabileceğimi düşünmüyorum. Hiç bir çağdaş sanatçının popüler kültürden uzaklaşabileceğini zannetmiyorum.
Popüler kültürü sever misiniz, onu yaşamınızda neyle kullanmayı tercih edersiniz, yoksa olanca yalınlığıyla saf olarak mı tüketirsiniz?
Popüler kültür hayatımın çok içinde dolayısıyla bir hayli seviyorum onu. Teknoloji sayesinde kendim gibi bir çok genç sanatçıyı takip edebiliyor ve çağdaş yeni malzemeler öğrenebiliyorum. Çalışmalarımı Kitsch (kiç) olarak nitelendirdiğim için televizyonda ve çevremde olan bayağı konuları, bize olan etkilerini araştırmam açısından çok yardımcı oluyor. Yani aslında popüler kültürü yeri geldiğinde kendime göre seviyorum, yeri geldiğinde ise yalınlığıyla saf olarak tüketiyorum. 
Kadın kimliğinizi sanat yapmakla aynı cümle içinde nasıl kullanabiliyorsunuz? Kolay mıdır zor mudur yoksa size dokunan bir şey yok mudur?
Kadın olarak sanat yapmak aslında çok da zor bir şey olduğunu düşünmüyorum çünkü zaten bir sanatçı olmak türkiyede çok zor bir şey.


düş zaman peşime

düş zaman peşime
sadece ikisi kaldı hayatta.bu fotoğraftan kalan;soluk almayı beceren iki kişi.diğerlerinin terkine inat,yaşamda direten iki kişi.hangileri ölüme bakıyor...hangileri hayatta diretiyor...hangileri yas bıraktı hangileri acı parçalarını süpürür hala...

her şey

her şey
onlarsız yaşanmıyor...sanal beyinlilere,sokakarası uyuşuklarına,vakitsiz yığınlara inat hem de

zaman ki sonsuzdur

zaman ki sonsuzdur
yaşamım boyunca içimi kemirttiniz.evlerinizle.okullarınızla.iş yerlerinizle.özel ya da resmi kuruluşlarınızla içimi kemirttiniz. ölmek istedim dirilttiniz.YAZI YAZMAK İSTEDİM AÇ KALIRSIN DEDİNİZ.aç kalmayı denedim serum verdiniz.DELİRDİM.Kafama elektrik verdiniz.ben bütün bunların dışındayım.

sylvia plath çizgisi

sylvia plath çizgisi
kalbimin sızısı...hiçbir şeye benzemeyen.herkesten kıskanır gibi sevdiğim...

tezer&deniz

tezer&deniz

tomris uyar...inceliklim,açık sözlüm,erken yitenim

tomris uyar...inceliklim,açık sözlüm,erken yitenim
Yoz bir toplum düzeninde yaşamaktan usanıp yaşamlarına son verenlere, üstlerine gaz döküp kendini yakanlara, hasta gözüyle bakıyoruz. Onları ruh hastası saymakla, insanın insanca yaşamak hakkına, insan olarak yaşayamıyorsa, yaşamı dışlama hakkına tepeden bakıyoruz. İnsan yaşadığı toplumdan utanç duyduğu için pekala canına kıyabilir, inanıyorum buna. Böyle önemli bir kararın arifesinde, öteki kararlardaki bocalamalara da yer yoktur üstelik: kaldırım kirlense de olur, banyo kanlansa da, çocuklar korksa da, dostlar üzülse de. Bu tür incelikler, kaygılar çok geride kalmıştır.

deniz bilgin

deniz bilgin
sessizce yittin; sesini duyan????

FURÛĞ-İ FERRUHZÂD

FURÛĞ-İ FERRUHZÂD
"Tüm varlığım benim, karanlık bir ayettir seni kendinde tekrarlayarak çiçeklenmenin ve yeşermenin sonsuz seherine götürecek" ne çok var yitenlerden..ne de güzeldin.ne büyük sözleri fısıldadın gecenin kulağına.duymamanın hazzına kapılmış lal kalabalıklar arasında elbet var ışığını koklaya koklaya izinden gelen birileri

.....

.....

ZELDA NİLGÜN MARMARA nil'de gün ansızın battı.k.İ

ZELDA NİLGÜN MARMARA nil'de gün ansızın battı.k.İ
ey iki adımlık yer küre!senin bütün arkabahçelerini gördüm ben

selçuk baran

selçuk baran
haziran'dır,Arjantin tangoları'dır..kimselerin adını zikretmeyip hayata küstürdüğü sözcüklerin en güzel ustasıdır.erken çekip gidenlerdendir.az kaldı bitiyor derken bir bir önünde ölüm penceresi açılmıştır..sevdiğimiz ne kaldı...kim ellerimizi tutacak korkudan buz kestiğinde.kitapları basılmaz,sahaflar o "adam"ı tanımıyorum der...kim, peki kimin vicdanı sızlar?

Die Verwandlung