11 Temmuz 2012 Çarşamba

SONDAN BİR ÖNCE..."kan ve ip"



   SONDAN BİR ÖNCE....
                                                                        kan ve ip/ blood and rope

for you...


Kapılardan, kocaman taş duvarladan geçtiler. Yol akmayacaktı, gittiği hiçbir yer yoktu şimdilik. Sessizlik, toz ve ışıkla çoğaldılar. Oysa büyük gürültülerin arasında, dudakların kımıltısından başka duyulacak bir şey yoktu aralarında. Gece gibiydi günler. Açılmayan, sabaha varsın; bitsin diye sımsıkı boşluklara dağılan. Gece kilitli kapıların ardındaydı. Geride duranın geri dönemeyeceği bir hiçülkeden söz edildiğini duydu. Bildiği dilde kan revan bir sonrasızlık nöbeti tutuyordu. Kimselerin, “ne işin var burada? Hadi evine dön” demeyeceğini biliyordu. Gittikçe çoğalacaktı cennet söylenceleri. Burası cehennemin hiç tanımadığı parçalarından biriydi. Cennete benzeyişi hafızasındaki tıkanmadandı belki.
Boşluklar açılacaktı. Etrafında dönülecek, suskuya asla yer vermeyecek bir telaş içinde büyüyüp duracaktı. Kimse görmesin istediler. Boşlukta eriyip gittikleri bilinmesin... Gördüler; kem, acımasız gözleri o kadar büyüktü ki, akıldan hiç çıkmayacak ve onları oldukları yerde o boşluğa hapsedecek bakışlar yağdı üzerlerine. Kaçabilmek için inkarlara ihtiyaç vardı. Binlerce yıllık, toprak altlarından fışkıran o inkarlara tutundular. Yalvarmalar, son bir kaçış ihtimali uğrunaydı. İşe yaramadı. Oldukları yerde, gürültüler içinde açılan boşluğun yarasına hapsoldular.
Gitmek kolaydı, geride hiçbir iz bırakmamak... Kalan parçalar, taştan, tenden ve utançtandı. İz bırakmamak neredeyse imkansız. Ama gidebilen birileri olacaktı. Unutmanın en kolay uykusuna kendini bırakabilen birileri... Akılda kalanları sökmek, geride kalan olmaktan da zordu. Geride zamanın tozunu alan, onu gırtlağında suskuyla yıkayan birileri kalacağını bildiler. O halde en kolayı onun tenindeki ışığı karartmaktı; hem de güneşten önce ve güneşten hızlı yapabilen kazanacaktı. Yanmaktı bu; deliresiye karanlıkla avutulmak... Yananın hiçbir avuntuyla açılmayacak, az çok bilinen bir geleceği olurdu. Bunu bir sır gibi birbirlerine devrederler, kan ve terle örterlerdi üstünü. Bir tür ayindi. Karalamalardan, kem göz izi bırakmalardan çok sonra sırası gelen. Kalanlar kendi boşluklarında bir kez daha hapsoluyorlardı  bu iklimde. Bunu başka dillerde bilmeyenlerse çoktan göğün altında, yağmurdan yolculuklara hazırlandılar.
Yıldızlar vardı isim isim ve renk renk. Bazı geceler delirmelerin hesabı yıldızların bulandıkları renklerde görülürdü. Çünkü buralarda yıldızlara bir isim ve kuşam vermek hem delilik hem de büyük günahtı. Tıpkı bir ihtimallik mutluluk kapısından bakanın boynunu oracıkta kıstırmaya benzeyen bir cezayla bedellenen. Kadınlar gelip geçtiler, yüzleri apaçık ama gerilerinde binlerce hayattan çalınmış ilenmeyle bezeli maskeler... Kadınlar birbirlerini tanırlardı ama ilk önce unutacakları yine aynı yüzlerdi; kendilerine, analarına, çocuklarına benzeyen kadın yüzleri... Kadınlar ilençlerini yağdırdılar duvarlardan. Kan sızdı boşluklara doldu. Geride kalanların acıyla, can havliyle tutunduğu kapılar bir bir kapanırken kan sağanağında boğulmak bir ihtimalden çok daha fazlası olmuştu artık. Kadın kokusu, gece tutulması, olası bir tutkunun büyülü çağrısı; tozdan,tözden ve hiçlikten öteye gidemeyişi yıldızlar önünde doğruladılar. Bir tür tanıklık,  geçmiş hayatlardan miras kalmış ayin eşliğinde yapıldı bu kıyım. Birileri içine dönüyordu. Bunun sonu dündü. Düne varmak, çoktan hiçbir yere gidememiş olmaktı. Bu kadarı yetebilirdi. Mutlanmanın coşku ve hazla kuşanmanın bir ihanet kadar ağır bedeli vardı. Kadınlar arasında kadın kalamamak...
 Geceye asıldılar onlar. Son bir tutunuşla, birbirlerine dokunmamaya çalışarak gecede sımsıkı saklı kalmaya yeltendiler. Oysa sokak araları vardı hatırlarında. Birbirlerinin hafızasındakilere hiç benzemeyen, kaba, ağır iplerle birbirini bağlamaya çalışan... Uçurumlar, kocaman hatıralar ama güneş dolu olduğuna yemin edebilecekleri sokaklara kaçmak istediler. Birbirlerinin akıl dehlizi daha iyiydi boşluklarla göğe uzanan o ortalık yerden. Kalpler kanayabilirdi ve biliyorlardı ki, kanarsa bir daha iflah olunmazdı oralarda. Ne gidilebilir, ne de geride kalabilirlerdi. Daha güçlü ve iri düğümler atıldı kem gözlere, inatla bir yara gibi açılan ve gülümseme olduğu yalanıyla dünyayı uyutan o karadeliklere inat. Boşluğa düşseler ne olacaktı... Karapelerinli bir adam, şövalye masallarıyla uyuttuğu bütün iyi kız çocuklarını artık kocaman karanlığını saklamaya  gerek duymadan söküp alacaktı oradan. Kadınlar daha koyu bakacak, baktıkları yer iltihap ve ceset kokacaktı. Korkmadılar. Geçmişlerinde korkularından kuleler, birbirlerinin kulaklarına fısıldadıkları gibi rengarenk uyku hapları vardı. Akılları bir zaman bir yerde, belki birbirine hiç değmeyen anlar içinde aynı şekilde yırtılmıştı bir yerinden. Korkudan ötesi kalmamıştı. Ölüm mü? Yaşarken içine düşülen şeye artık ölüm denemezdi. Biliyorlardı. Kayıpları, iri kırılmaları vardı. Şimdi ne bu kara kaplı şövalye özeti, ne korkunç kadın söylenceleri onlara değmiyordu. Zaten yolun orta yerinde kopacaktı ip. Yıldızlardan aşağı düşeceklerdi. Yıldız tozları günler içinde dökülüp giderdi. Hiçbir iz, hiçbir akıl oyunu kalmayacaktı geride. Yalandı. İzler boyuna kesikler atacaktı içlerine. Ama saklamayı bildikleri bütün yaralar arasında taptaze ışıldamakla yetinecekti o da. O halde bağlandıkça bağlandılar geceye. Bir tutsaklığa hiç benzemeyen, aksine bütün yaşamlardan daha özgür bir bağ kuruldu. İpler, kesif yıldız kokusu ve bir sonrasızlık kaldı geriye. Bir de henüz verilmemiş bir son söz... Dudak arasından dökülmesine zaman tanınmış bir veda ihtimali. Sondan bir önceki vedaydı bu. Kalanın durduğu yere ikna olmasını, gidenin bütün mesafeleri sahiplenmesini gerektiren. Sustular. Söylenecek her şeyi, diğerleri ait oldukları karanlık diliyle söylemişlerdi. Geriye sözlerden ve bilinen her şeyden çok daha ötede, yüzyıllar geçse yerinden oynatılamayacak bir iz kaldı. Yaraya benzeyen, yaradan daha çok acıtan ama aslında yerine en çok yakışan....

düş zaman peşime

düş zaman peşime
sadece ikisi kaldı hayatta.bu fotoğraftan kalan;soluk almayı beceren iki kişi.diğerlerinin terkine inat,yaşamda direten iki kişi.hangileri ölüme bakıyor...hangileri hayatta diretiyor...hangileri yas bıraktı hangileri acı parçalarını süpürür hala...

her şey

her şey
onlarsız yaşanmıyor...sanal beyinlilere,sokakarası uyuşuklarına,vakitsiz yığınlara inat hem de

zaman ki sonsuzdur

zaman ki sonsuzdur
yaşamım boyunca içimi kemirttiniz.evlerinizle.okullarınızla.iş yerlerinizle.özel ya da resmi kuruluşlarınızla içimi kemirttiniz. ölmek istedim dirilttiniz.YAZI YAZMAK İSTEDİM AÇ KALIRSIN DEDİNİZ.aç kalmayı denedim serum verdiniz.DELİRDİM.Kafama elektrik verdiniz.ben bütün bunların dışındayım.

sylvia plath çizgisi

sylvia plath çizgisi
kalbimin sızısı...hiçbir şeye benzemeyen.herkesten kıskanır gibi sevdiğim...

tezer&deniz

tezer&deniz

tomris uyar...inceliklim,açık sözlüm,erken yitenim

tomris uyar...inceliklim,açık sözlüm,erken yitenim
Yoz bir toplum düzeninde yaşamaktan usanıp yaşamlarına son verenlere, üstlerine gaz döküp kendini yakanlara, hasta gözüyle bakıyoruz. Onları ruh hastası saymakla, insanın insanca yaşamak hakkına, insan olarak yaşayamıyorsa, yaşamı dışlama hakkına tepeden bakıyoruz. İnsan yaşadığı toplumdan utanç duyduğu için pekala canına kıyabilir, inanıyorum buna. Böyle önemli bir kararın arifesinde, öteki kararlardaki bocalamalara da yer yoktur üstelik: kaldırım kirlense de olur, banyo kanlansa da, çocuklar korksa da, dostlar üzülse de. Bu tür incelikler, kaygılar çok geride kalmıştır.

deniz bilgin

deniz bilgin
sessizce yittin; sesini duyan????

FURÛĞ-İ FERRUHZÂD

FURÛĞ-İ FERRUHZÂD
"Tüm varlığım benim, karanlık bir ayettir seni kendinde tekrarlayarak çiçeklenmenin ve yeşermenin sonsuz seherine götürecek" ne çok var yitenlerden..ne de güzeldin.ne büyük sözleri fısıldadın gecenin kulağına.duymamanın hazzına kapılmış lal kalabalıklar arasında elbet var ışığını koklaya koklaya izinden gelen birileri

.....

.....

ZELDA NİLGÜN MARMARA nil'de gün ansızın battı.k.İ

ZELDA NİLGÜN MARMARA nil'de gün ansızın battı.k.İ
ey iki adımlık yer küre!senin bütün arkabahçelerini gördüm ben

selçuk baran

selçuk baran
haziran'dır,Arjantin tangoları'dır..kimselerin adını zikretmeyip hayata küstürdüğü sözcüklerin en güzel ustasıdır.erken çekip gidenlerdendir.az kaldı bitiyor derken bir bir önünde ölüm penceresi açılmıştır..sevdiğimiz ne kaldı...kim ellerimizi tutacak korkudan buz kestiğinde.kitapları basılmaz,sahaflar o "adam"ı tanımıyorum der...kim, peki kimin vicdanı sızlar?

Die Verwandlung