29 Nisan 2010 Perşembe

HER ŞEYİN SONUNDAYIM. Tezer Özlü Ferit Edgü Mektupları

“EN ÇOK VE EN UZUN SANA İNANDIM”.
Kent hala kış yüklüyken, bahar dallarıyla camı tıklatıyor biri. Çok uzak ve dönüşsüz bir yolun sonundan bir kez daha uzatıp incecik boynunu ‘duymadıklarınız yalnızca unutmak için yaşamanızdan’ diyor ve kente aniden bahar geliyor…
Sözcüklerden, günden-geceden ve hayattan bunalıp, yazgısını gitmeye; en uca varmaya çevirdiğinde biri, geride bırakacağı boşluğu hesaba katar mı? Tezer Özlü 86’ dan beri hiçbir baharın anlatılarındaki kadar gerçek olmayacağını, korktuğu gibi aslında hiçbir şeyin değişmeyeceğini ama nasılsa hiç unutul(a)mayacağını öngörebilmiş miydi? Ve Ferit Edgü’ nün bu kış-bahar günlerine mucize gibi gelen armağanı, Tezer Özlü’nün hiç tükenmeyen dirimini anımsattığında taa en başında “her şeyin sonunda” olduğunu bilenler biraz olsun aralayabilirler mi boşluğun sonsuz uğultusunu… “ O hep genç kalacak” diyor Gönenç Ertem(Günk). Tezer Özlü’nün yaşlanmazlığı, erken yitimiyle ilişik değil elbet. Tezer, sulandırılmış örneklerine muhalefet edercesine diriliği ve coşkusuyla yürüdü kesif acının üstüne. Ondandır bildik yaralar onun anlatılarında, hep bir akraba duyguda karşılık buldu. Ve yine bu nedenle Tezer Özlü salt yazar olmanın çok ötesinde, gelmeyeceği bilinse bile sofradaki yeri her zaman hazır o gerçek dosttu, onu bir kez olsun göremediğine hayıflananlar için bile. Gideceğini hiç saklamadı, kalmaya diretmedi ama yokluğu; 24 senenin her anı “keşke”lerle başlayan yakınmalara öncüldü. Tezer’den sonrası boşluktu; eksikti ama tuhaftır ki bir bir yarım kalmışlıktan söz edilemez. Dillendirdiği kadarıyla ve sonrasında el yordamıyla aranan o çıkışı yeterince tanımladı. Gerisi duymaya, hatırlamaya emanet…
Hayatın masallardaki gibi yaşanmadığını, bir şeylerin ters gittiğini görenler için için yol gösteren mektuplarla dolu gizli bir çekmeceyi keşfetmek, yeni bir doğuma sevinmek gibidir. Ferit Edgü “en çok ve en uzun sana inandım” diyen bir dostun, dağınık el yazısıyla fısıldadıklarını, onu her gün biraz daha fazla anımsayan ve özleyen tutkunlarına bir armağan gibi usulca sunuyor. Bu belki de bir dostun ardında kalan için en zoru; yitimin hatırasını canlandırmakla eş değer…
Edgü’nün de dediği gibi o “çok görülmeyen bir okur-yazar bağı”nı tadanlar için Tezer Özlü’den, 24 yıl sonra gelen mektupları, kendi posta kutularında bulmuş gibi bir sevince bırakıyor burukluğun yerini. Ve Tezer yıllar sonra ışıklar saçmaya, kendi kaderlerinin izini sürenlere ve yolun nereye varacağını durmadan sorgulayanlara öteleri göstermeye devam ediyor.
Mektupların her birinde çok özenilen bir paylaşımın; birine sırlarını, acılarını emanet edebilmenin güvenci okunuyor. Zamana ve uzaklığa mektuplarla direnen “Yoksa böylesi bir özleme alıştık mı? Böylesi bir bölünmenin acısını severek mi çekiyoruz” diyen, benzeş kıvranış ve coşkuları birbirine sabırla akıtabilen bir dostluğun Tezer Özlü okumalarına bambaşka bir eklentisi olacağı açık. Günün birinde böyle heyecanla bekleneceğini bilmeden Ferit Edgü’ye bütün samimiyetiyle yazarken, o bildik anlatımına yeni an’lar da ekliyor Tezer. Bu da onun yeni sözcükleriyle karşılaşma coşkusunu karşılıyor. Onu bir kez daha kavrama, biraz daha yakın duyabilme olanağı var bu mektuplarda. “Hayaletlerin okuduğu” mektuplar, kaybolan paketler, gecikmeli tanıklıklar bu soluksuz paylaşıma gölge düşürmüyor. Zamandan ve mekandan muaf bir dostluğun imrendirici öyküsü aslında bu. Salt iki yazarın edebi paylaşımı değil, hayatın ve acının üstesinden gelme/gelememe itiraflarıyla yüklü bir yol arkadaşlığı. Mektuplarda dönemin ve koşulların tüm ağırlığı, ezici varlığı örtülü de olsa hissediliyor. Belki de Tezer Özlü ve Ferit Edgü okumanın getirdiği bir alt metinle böyle yorumlanması gerekiyor. Şimdinin tüm olanaklarına ve günden güne büyüyen mesafelerine rağmen o imkansızlıklar içinde çoğalabilmiş eşsiz paylaşımda tanıdık isimlere de rastlıyoruz. Okurken uzaktan bir Bach, kentleri geçen trenin uğultusu ve Tezer’ in tüm acılarına karşın yaşamında en belirgin hissedilen coşku gerçekliği güçlendiriyor. İstanbul, bir neslin asla bilmeyeceği bir güzellikte bahar kuşanıyor; meşhur Refik Lokantası’nda bir masada o muazzam biraradalığı görebileceğimizden kuşku bile duymuyoruz. Hayata direnmenin acısı ve onun her zerresini dibine dek algılayabilmenin bedeli sayfa sayfa yazıldığından çok daha fazlası oluyor. Uyku bölen, ağrılar ve endişeyle bölüşülen geceyi yine en içte duyarak yola devam ediyoruz. “korkuyorum korkuyorum korkuyorum” diyor Tezer. Ondan daha korkusuz kim yürümüştür hayatın üstüne oysa? Yaşamı birazdan bırakıverecekmiş gibi sırtlayışında, hayata karışma iştahında tanıdık bir sahicilik var üstelik. Boşalan evler, yerleşilen odalar, biten evlilikler, yalnızlıklar arasında ölmeyen tek şeyin bu yol arkadaşlıkları oluşu Tezer’ in sahiplenmelerindeki inadını da anıştırıyor.
Mektuplarda Yaşamın Ucuna Yolculuk’un doğum sancıları da yer alıyor. “Benim kitapta insanı kendi içinden çeken bir olgu var. Bu yüzden umutsuz bir kitap değil” diyor Tezer Özlü. Bu cümle , yazınsal ve yaşamsal serüvenindeki bakışının da aynası aslında. Hiçbir zaman umutsuz olmayışının..
Her Şeyin Sonundayım, Yaşamın ucuna yapılan bir yolculuğun izlekleri için büyük bir hazine. Bu yüzden soluksuz okunuyor. “Yazmanın salt estetik bir sorun değil, aynı zamanda etik bir sorun olduğunu” bir kez daha anımsatıp , alabildiğine gerçek ve özlenen bir konuşma gibi, Tezer Özlü’nün hep genç kalabilişinin nedenlerine vurgu yapıyor.
Söylenebilecek her şeyi söylemiş, bütün çıkmazlarda yeniden beliren bir tanışı görebilme şansını veriyor Ferit Edgü. Kendi dünyasını da okuyucuya açıveriyor. Bu anlamda bu mektuplarla karşılaşmak, beklenmedik bir misafire kavuşmakla eş değer.
Adım atacak, yaşama tutunacak gücü veren, dünyayı anlatı ve izleklerinde yaşanır hale getirip bunları yazma cesareti sunan Tezer Özlü için bütün cümleler biraz eksik kalmalı. Tıpkı onun giderken geride en çok kendini bırakmış olması gibi. Ferit Edgü bu hazineyi kışı yırtarcasına sımsıcak bir dost eliyle uzatıp yaşamın ucuna yolculuğun hala sürdüğünü anımsatıyor. …

AYŞE SAĞLAM

adı daha sonra...

...karanlıktı...
Bahar gelmeyecekti. Söylenti soğuk dillerden yayılmıştı. İkna edilmiştik.
Düşler ertelenmiş, geceler yarını kolaylaştırmak için hızla ve esrimişlikle yaşanır olmuştu.
Sen yoktun...Adın aramızda dolanmıyordu. Nasıl olurdu; buralardan gelip geçeceğini kim bilebilirdi? İhtimallerden sınıfta kalmıştık. Gerisi deli saçmasıydı. Deliydik ama cümlemizde yeri yoktu.
"Gemi" demişti içimizden biri. Koyu kahvenin dibinde öylece kımıltısız duran bir "gemi"...
"-Uzak ve zeytin kokan mevsimler gelecek. Geminin biriyle hem de!"
Gülüşmüştük. Beklentisiz yüzlerde en çaresiz olana gülmek kendi yaramızdaki tutsaklığı sağaltıyordu. Halimiz giderek tuhaflaşıyordu. Sokaklar, gece yarıları, imgeler ve simgelerden bir dil...bitimsiz yaralı kahkahalar. Kimseye anlatmama sözü veriyorduk. Anlatılmayacak gibi de değildi. Kocaman adamlar, pelerinleriyle örttükleri yalanları geceye soyuyorlardı. Onların kanatlarında güvençsiz ama esriktik. Gülmekten yoruluyorduk, için için ağlayan söylenceler arasında. Ve biraz sonra unutulacak o gemi masalıyla...
Bilmediğim ama bütün ömrümü konuşturan bir dil, çok uzak melodilerden birinde seni anlatıyordu. Sen gemideydin, son gemide...Beklemekten cayıp gidenlerin tufanında biraz buz ve tozdum. İnat etmiştim. İnanmak oyunumdu. Kahve kokusu burnumdayken hala ve bir pelerinin ardında giderek yitirmişken belleğimi, beklemekten başka uğraşım da yoktu. Oysa buna inanmaktansa ölmeyi yeğlerdim. Konuşamayıp, yazamayıp sadece bedenime sızan ışığın insafında sana tüm düşlerimi, kalbimi susarak anlatacağıma inanırsam ölebilirdim.
Aramızda, tüm beklentilerin bir ölüm fermanı gibi kımıldadığı; az sonra gözlerini kapayacak olanın kalan tüm coşkusuyla yaşama asıldığı ve her şeyden daha tuhaf bir çağ başladı. Gözünü yola çevirdiğini görmemek, ya da kalan zamanın bir nefes gibi soluduğunu duymamak için içime çekiliyordum sık sık. Bir gemi bekliyordu.
Senden önce, yani gemilerin yangın çıkarmak için gelişinden az önce bir adama, gecenin en arsız yerinde zeytin ve sihir kokan o ülkeden söz etmiştim. Dillerinde yiteceğimi bilense bir başka çocuk yüzüydü. Kimse şaşırmadı gelişine. Herkes geminin varlığıyla irkiliyordu. Göklerin oyunuydu kimine göre. Ama sen çağırdığım bütün seslerdin onlar için. Adam gemilerden ve zeytinlerden söz etti. Sen henüz kendi sularında uyuyordun. Her şey usulca sana hazırlanıp, sen olmak için yenilenirken ben vazgeçip gidilebilecek en uzak yeri arıyordum.
Zeytin kokularından, bütün köklerinden kopup, buz ve limona bulanıp geldin. Bir gece elinde buz, limon ve ben oldu hayat. Bütün iklimleri, bildiğim dilleri arkada bırakıp, son kez yazmayı bile göze alıp sana vardım.
Kahvenin dibinde ömrüm kımıldıyordu. Peki ya sonra? Sonra ne olacak?
Sorduğum her sorunun yanıtında artık adın kımıldıyor. İnanırsam öleceğim. Pelerinlere bulanıp unutmak istiyorum. Bir dal uzanıyor...Gitmek diyor..

düş zaman peşime

düş zaman peşime
sadece ikisi kaldı hayatta.bu fotoğraftan kalan;soluk almayı beceren iki kişi.diğerlerinin terkine inat,yaşamda direten iki kişi.hangileri ölüme bakıyor...hangileri hayatta diretiyor...hangileri yas bıraktı hangileri acı parçalarını süpürür hala...

her şey

her şey
onlarsız yaşanmıyor...sanal beyinlilere,sokakarası uyuşuklarına,vakitsiz yığınlara inat hem de

zaman ki sonsuzdur

zaman ki sonsuzdur
yaşamım boyunca içimi kemirttiniz.evlerinizle.okullarınızla.iş yerlerinizle.özel ya da resmi kuruluşlarınızla içimi kemirttiniz. ölmek istedim dirilttiniz.YAZI YAZMAK İSTEDİM AÇ KALIRSIN DEDİNİZ.aç kalmayı denedim serum verdiniz.DELİRDİM.Kafama elektrik verdiniz.ben bütün bunların dışındayım.

sylvia plath çizgisi

sylvia plath çizgisi
kalbimin sızısı...hiçbir şeye benzemeyen.herkesten kıskanır gibi sevdiğim...

tezer&deniz

tezer&deniz

tomris uyar...inceliklim,açık sözlüm,erken yitenim

tomris uyar...inceliklim,açık sözlüm,erken yitenim
Yoz bir toplum düzeninde yaşamaktan usanıp yaşamlarına son verenlere, üstlerine gaz döküp kendini yakanlara, hasta gözüyle bakıyoruz. Onları ruh hastası saymakla, insanın insanca yaşamak hakkına, insan olarak yaşayamıyorsa, yaşamı dışlama hakkına tepeden bakıyoruz. İnsan yaşadığı toplumdan utanç duyduğu için pekala canına kıyabilir, inanıyorum buna. Böyle önemli bir kararın arifesinde, öteki kararlardaki bocalamalara da yer yoktur üstelik: kaldırım kirlense de olur, banyo kanlansa da, çocuklar korksa da, dostlar üzülse de. Bu tür incelikler, kaygılar çok geride kalmıştır.

deniz bilgin

deniz bilgin
sessizce yittin; sesini duyan????

FURÛĞ-İ FERRUHZÂD

FURÛĞ-İ FERRUHZÂD
"Tüm varlığım benim, karanlık bir ayettir seni kendinde tekrarlayarak çiçeklenmenin ve yeşermenin sonsuz seherine götürecek" ne çok var yitenlerden..ne de güzeldin.ne büyük sözleri fısıldadın gecenin kulağına.duymamanın hazzına kapılmış lal kalabalıklar arasında elbet var ışığını koklaya koklaya izinden gelen birileri

.....

.....

ZELDA NİLGÜN MARMARA nil'de gün ansızın battı.k.İ

ZELDA NİLGÜN MARMARA nil'de gün ansızın battı.k.İ
ey iki adımlık yer küre!senin bütün arkabahçelerini gördüm ben

selçuk baran

selçuk baran
haziran'dır,Arjantin tangoları'dır..kimselerin adını zikretmeyip hayata küstürdüğü sözcüklerin en güzel ustasıdır.erken çekip gidenlerdendir.az kaldı bitiyor derken bir bir önünde ölüm penceresi açılmıştır..sevdiğimiz ne kaldı...kim ellerimizi tutacak korkudan buz kestiğinde.kitapları basılmaz,sahaflar o "adam"ı tanımıyorum der...kim, peki kimin vicdanı sızlar?

Die Verwandlung