28 Aralık 2008 Pazar

Kalp K'aralar


Kalp karalar…ıssızlıkta kalırsa, birbirinden ağır sözlerin gölgesinde durur ve kurar..güzelin kıyımı böyle başlar aslında. Bir aklın, yetime, kendine acıyan bir esintiye dönüşmesi an bekler. Uygun yerde ve zamanda..aslında birbirini tutmayan uyumların sanrısında. Kalp karaladıkça yalnızlaşır, ağırlaşır.
Tut tutabilirsen. Eline değen kırmızısında hayat mı var yoksa arafta bir soluklanma tuzağına düşen hiçlik mi? Kim bilebilir, kendine ettiğin kötülüğün kaç bucak olduğunu…Neyle bedellenip yüzüne tokat gibi çarptığını.. Asıl ağrıyan gözlerinken ve kalbin giderek bir et parçasından çürümeye dönerken cümlelerin asılı durduğu ana benzemektir bu. Kendine dönen ve içinden çıkıldıkça karalanan.
Bir kent bozgun yiyor yine..aynı kent değil. İçindekilerden herhangi biri..en olmadık zamanda yenik düştüğün ve yine de sevmekten cayamadığın. Bir yangın, lal bir yaralanış ve intihar söylentileri arasında yaşamaktayım diyen o cılız ses..asıl aldanışın budur belki. Yaraların yeni yerlerinde huzursuz işte! Rahat durmayacaklar.
Yaralar kalbin ağrısında kara.. Bozgunlar arasında inatçı bir tutunmaya gereksinmek…hem de ölesiye yaşam sevinci içinde… Yere yığılmanı seyrederken kimsenin aklına gelmeyendir hangi kalbin karasında geceyi bölüştüğün.
Ay bağıra çağıra batarken gün doğumuna koşuşmalar görüp gitmeye yeltendiğinde ansızın bir akşam üstü..Tenha bir sokaktan geçişin ve açık penceren gelen kokular çelecek aklını. Orada kalmak senin seçimindi dediklerinde verebileceğin ağız dolusu cevabı o an orada bir pencerenin önünde ezişine aldırmayacaksın.
Bir bozgundur bu yenilmelere alışmanın başlangıcı…Kentinle birlikte gömdüğün kalbini durmadan arayışının, sonunu bilmeden iri cümlelere kalkışmanın….

19 Aralık 2008 Cuma

19.12.2008 tarihli Radikal Kitap Eki'nde yayımlanan yazım....

Pişmanlığın da izi var



Kimi yerde yarım bırakılmış, kiminde acımasız bir sona okuru hazırlayan öykülerden oluşan ‘Rüyalarının Kızı’, birbirinden güç alıyor gibi görünse de bağımsız hayat parçalarından birer kesit. Çocukların ve kaybetmeye odaklanmış yaşamların özel bir yer edindiği altı öykü bildik kavramlara kafa tutan irkiltici simgelerle örülmüş

AYŞE SAĞLAM (Arşivi)

Bir yerlerde unutulmuş, eninde sonunda hortlayacağından emin olunan pişmanlıklar bölüşülebilir mi? Hayatın acımasız renkleriyle dolu bir aynada yüzüne bakan, sadece yaşlandığı gerçeğiyle mi karşılaşır? Ya zaman hesaplaşmanın yüküyle o aynadan uzatıverirse başını...
Bir yaşamın içinde, kuytuda kalmış, görmezden gelinmiş, unutulsun diye beklenmiş; azap dolu hikâyeler biriktiğinde, dile gelmeleri için üzerlerine koşar adım giden birileri vardır mutlaka. Gücünü, bir şeyleri yerle bir eden yaşamdan alır; gerçek masalların anlatıldığı hikâyelerle unutmanın mümkünsüzlüğünü anımsatırlar, yeniden!
Olanı olduğu yerde bırakmak yerine rüyaya bulanmış buz gibi gerçeğin ustalıkla anlatıldığı yaşam dolu hikâyeler Burak Evren’in kaleminden, Rüyalarının Kızı’yla söze ve cana bürünüyor. Bildik renkli rüyalara benzemeyen, mutlaka birilerini ürkütecek türden, yaşama ve ölüme akraba sözcükler kimi detayları anıştırmakla kalmıyor; hayatın onlarla yüklü olduğunu haykırıyor. Ölümün örtülü anlamlarla hep bir yerlerden başını uzattığı öykülerde, yaşayıp gitmenin, bir şeylere ilişmeden ‘son’u beklemenin hiç de kolay olmadığı yinelenirken, yarım bırakılmışlık hissiyle kavrulan hayatlar aramızdaki yerini alıyor. Hesabı sorulanla, soran bir yerlerde mutlaka karşılaşıyor. Haksız bir hesaplaşma değil bu. Herkesin sözünü söylediği; ya da söylememeyi seçtiği için bir bedel ödediği; kuralları belli bir oyun...
Yazarın dilinin ustalıkla yönlendirdiği, zamanı olmayan bir ara durakta olup bitiyor her şey. Bu zamansızlık içinde bilinç akışına benzer geçişlerle, dünden bugüne uzanan ama andan çok anıların yönlendirdiği bir yolculuğa çıkıyor okuyucu. Kurmacanın içinde kaybolacakken ansızın beliren gerçeğin soğukluğu, sözü edilen anların önemini söküp atıyor.. Kimi yerde yarım bırakılmış, kiminde acımasız bir sona okuru inceden hazırlayan öykülerden oluşan Rüyalarının Kızı, birbirinden güç alıyor gibi görünse de bağımsız hayat parçalarından birer kesit aslında. Çocukların ve kaybetmeye odaklanmış yaşamların özel bir yer edindiği altı öykü bildik kavramlara kafa tutan irkiltici simgelerle örülmüş .
‘Tünel’ ve ‘Sula’ adlı iki öyküde benzer bir yarayı farklı dokunuşlarla ele alan yazar, dipsiz ve karanlık bir kuyuya sözcüklerle uzanıyor. Suçlu ve kurban durumunu aynı anda yaşayan, acımasız hayat içinde yer edinme çabasındaki çocuklar aracılığıyla yetişkinler sorgulanıyor. Geç kalmış itiraflar, cesaretin korkuyla yer değiştirdiği ve oyunmuşcasına yinelenen mutsuz hayatların sözünü eden ‘Rüyalarının Kızı’ aynı zamanda kitaba da adını veren öykü. ‘Uzaktaki Işıklar’ isimli öyküde de “geleceğe dair hayallerim beni hangi arada terk etmişti de bu hale...” sorusu, hesabı görülmeyen yaşam içinde soluk almaya benzer bir isyanı, yıllarla biriken bir hayıflanmayı özetliyor.
2008 Yaşar Nabi Nayır öykü ödülünü alan Burak Evren, akıcı bir dilde, gerçek-rüya arası bir zeminde biçimlediği ilk kitapla selamlıyor okuru. Tedirgin eden, irkilten sarsıcı imgeler, çok iyi bildiğimiz gerçek hikâyeler yazarın dilinde unutmama cesareti isteyen, yüzleşmenin kolay olmadığı bir serüvene dönüşüyor. Rüyalarının Kızı, aynadaki yüzde zamandan çok anıların; en çok da pişmanlıkların izinin birikeceğini anımsatıyor: dolaylamadan, sakınmadan...

RÜYALARININ KIZI
Burak Evren
Varlık Yayınları
2008
88 sayfa
9 YTL.

3 Aralık 2008 Çarşamba

bir şey söyle!

Gücün er ya da geç bitecekti. Bir hikayede hep konuşan olamazdın; sesinin soluğunu keseceğini söylerdin. İnanmazdım. Tıpkı ellerimde ve yüzümde, aynaya her bakışımda gördüğüm yansımanın giderek silikleşmesine inanamadığım gibi. Özlemek ağır işti; sen bunu bilir gibiydin. Bazen içine dönen; bazen kalbinden hızlı koşan gözlerinde görürdüm. Neye benzediğini bilmediğim, yabancı bir şeydi üstelik. Nasılsa öğreneceksin diyemez; daha hızlı konuşur, daha deli bakardın. Yokluk bıraktığın yerlerde izlerini bir kutsal emanet gibi saklayacağımdan emin, her şeyi biriktirirdin. Bir gün lazım olacak nasılsa….hep dediğin, hep kızdığım gibi..Bir gün lazım oldu. Gün geldi her şeyden çok onlara gereksindim. Eriyip giden hatıranla başa çıkmak için ellerinin değdiği her şey mabedim oldu.

Şimdi başka yüzlerdeki garipsemeyi tanıyabiliyorum. Yanındayken senin bende gördüğün şeyi iyi biliyorum. Sormadıklarım, ertelediklerim, neye yarayacak bunlar dediklerim hayatımın baş ucunda..Bir ömre yetecek özlemle, eksik kaldığın cümleleri doldurmak işi bana düştü. Yüzümde senden alıntı izlerle birilerine özlemden ötesi yoktur demeye çalışıyorum. Sözle değil izle anlatılabilecek, tanıdık ama hiçbir şeye benzemeyen…

Senden sonra birgün mutlaka lazım olacak hiçbir şey bulamadım. Sesinin sinmediği kırıntılardan hayat çıkarmayı beceremedim… Senin yarım bıraktığın bu hikayede kimse konuşmuyor artık. Hani biri çıt çıkarsa büyü bozulacaktır….Öylesi bir bekleyiş içinde birbirinin yüzüne bakamayan öykü kişilerine benzedik. Bir daha konuşamayacağımızı biliyoruz. Sustuklarımızın ardında senin olduğunu, paylaşmayı beceremediğimiz sessizliğinin beklediğini; ama ilk cümleyi söyleyen olmaktan kaçtığımızı da…

düş zaman peşime

düş zaman peşime
sadece ikisi kaldı hayatta.bu fotoğraftan kalan;soluk almayı beceren iki kişi.diğerlerinin terkine inat,yaşamda direten iki kişi.hangileri ölüme bakıyor...hangileri hayatta diretiyor...hangileri yas bıraktı hangileri acı parçalarını süpürür hala...

her şey

her şey
onlarsız yaşanmıyor...sanal beyinlilere,sokakarası uyuşuklarına,vakitsiz yığınlara inat hem de

zaman ki sonsuzdur

zaman ki sonsuzdur
yaşamım boyunca içimi kemirttiniz.evlerinizle.okullarınızla.iş yerlerinizle.özel ya da resmi kuruluşlarınızla içimi kemirttiniz. ölmek istedim dirilttiniz.YAZI YAZMAK İSTEDİM AÇ KALIRSIN DEDİNİZ.aç kalmayı denedim serum verdiniz.DELİRDİM.Kafama elektrik verdiniz.ben bütün bunların dışındayım.

sylvia plath çizgisi

sylvia plath çizgisi
kalbimin sızısı...hiçbir şeye benzemeyen.herkesten kıskanır gibi sevdiğim...

tezer&deniz

tezer&deniz

tomris uyar...inceliklim,açık sözlüm,erken yitenim

tomris uyar...inceliklim,açık sözlüm,erken yitenim
Yoz bir toplum düzeninde yaşamaktan usanıp yaşamlarına son verenlere, üstlerine gaz döküp kendini yakanlara, hasta gözüyle bakıyoruz. Onları ruh hastası saymakla, insanın insanca yaşamak hakkına, insan olarak yaşayamıyorsa, yaşamı dışlama hakkına tepeden bakıyoruz. İnsan yaşadığı toplumdan utanç duyduğu için pekala canına kıyabilir, inanıyorum buna. Böyle önemli bir kararın arifesinde, öteki kararlardaki bocalamalara da yer yoktur üstelik: kaldırım kirlense de olur, banyo kanlansa da, çocuklar korksa da, dostlar üzülse de. Bu tür incelikler, kaygılar çok geride kalmıştır.

deniz bilgin

deniz bilgin
sessizce yittin; sesini duyan????

FURÛĞ-İ FERRUHZÂD

FURÛĞ-İ FERRUHZÂD
"Tüm varlığım benim, karanlık bir ayettir seni kendinde tekrarlayarak çiçeklenmenin ve yeşermenin sonsuz seherine götürecek" ne çok var yitenlerden..ne de güzeldin.ne büyük sözleri fısıldadın gecenin kulağına.duymamanın hazzına kapılmış lal kalabalıklar arasında elbet var ışığını koklaya koklaya izinden gelen birileri

.....

.....

ZELDA NİLGÜN MARMARA nil'de gün ansızın battı.k.İ

ZELDA NİLGÜN MARMARA nil'de gün ansızın battı.k.İ
ey iki adımlık yer küre!senin bütün arkabahçelerini gördüm ben

selçuk baran

selçuk baran
haziran'dır,Arjantin tangoları'dır..kimselerin adını zikretmeyip hayata küstürdüğü sözcüklerin en güzel ustasıdır.erken çekip gidenlerdendir.az kaldı bitiyor derken bir bir önünde ölüm penceresi açılmıştır..sevdiğimiz ne kaldı...kim ellerimizi tutacak korkudan buz kestiğinde.kitapları basılmaz,sahaflar o "adam"ı tanımıyorum der...kim, peki kimin vicdanı sızlar?

Die Verwandlung